1950 seçimlerinde dokuz yaşımdaydım. Seçim öncesi değil ama sonrasındaki gelişmeleri çok iyi hatırlıyorum. CHP'liler suskun, DP'liler ise bayram ediyorlardı. O tarihlerden bugünlere gelene kadar birçok seçime şahit olmam bir yana,...
1950 seçimlerinde dokuz yaşımdaydım.
Seçim öncesi değil ama sonrasındaki gelişmeleri çok iyi hatırlıyorum.
CHP’liler suskun, DP’liler ise bayram ediyorlardı.
O tarihlerden bugünlere gelene kadar birçok seçime şahit olmam bir yana, birçoğunda da aktif roller üstlendim.
Geçmişe dönüp baktığımda, siyasete bakış açıma ve siyaset yapma anlayışıma gülüyorum!
Üzülmememin nedeni, büyük yanlışlara imza atmamamdır.
1950 seçimlerinden bu yana, bir sürü siyasetçi, isimleri bile aklımızda kalmayan liderler gelip geçerken, sayısız partiler kurulup sonra da peş peşe kapandılar.
Türkiye’de zaman zaman siyaset arenası, neredeyse bir savaş alanına döndü.
Herkes birbirini en ağır bir biçimde suçladı, karaladı hatta hainlikle itham etti.
Soygunculukla, vurgunculukla suçlanmayan kaç siyasetçi var?
Birbirini böylesine ağır bir biçimde suçlayan siyasetçilere bir başka ülkede rastlamak mümkün mü, bilmiyorum.
İşin komik yanı, siyasetçiler birbirlerini yerin dibine batırmakla meşgulken, vatandaşın siyasetçiye güvenmediğinden yakınmaları akıl alacak bir şey mi?
Yıllar boyu, siyasi partiler, iktidara geldikleri ilk günden itibaren, bürokrasi üzerinde büyük operasyonlarda bulundular.
Karşı partiyi desteklemeyi bırakın, kendi partisini açıkça desteklemeyenleri bile oradan oraya sürdüler.
Kitler siyasilerin arpalığı haline geldi.
Kamu kuruluşlarının satışını ihanet gibi görmeye ve göstermeye çalışanlar, arpalıklarının ortadan kalkmasından rahatsız olanlar.
Bütün iktidarların yandaşlarına kıyak geçtiğini rahatlıkla iddia edebiliriz.
Dün böyleydi, bugün de böyle, yarın da böyle olacak.
Ama her şeye rağmen, eskiye göre bir iyileşmeden rahatlıkla söz edebiliriz.
Bu siyasilerin bir tercihi de değil.
Toplum siyasetçileri bu yöne yönlendiriyor.
Neyse biz, konuyu fazla dallandırıp budaklandırmadan esas konuya gelelim.
Bir hikayedir, dillerde dolaşır.
Osmanlı döneminde bir vilayetin bir valisi varmış.
Bu vali, eşrafa kan kusturup sürekli haraç alırmış.
Canı yanan eşraf bir araya gelip, valiyi padişaha şikayet ederler.
Şikayet sonrası vali görevden alınır, eşraf da bayram etmeye başlar.
Vali giderayak bir veda toplantısı için eşrafı yemeğe davet eder.
Yemekte eşraf memnun, valinin düştüğü duruma bıyık altından kıs kıs gülüp sevindiklerini görünce vali dayanamaz, eşrafa dönüp, “Beyler, benden kurtulduğunuza ne kadar sevindiğinizi görüyorum ama ben sizin adınıza çok üzülüyorum. ‘Neden?’ diye soracak olursanız, anlatayım. Bakın, benim küpüm sizin sayenizde dolmuştu. Şimdi benden sonra gelecek olan yeni valinin küpü boş olacak ve sizin canınız çok daha fazla yanacak” deyince, eşraf şaşkın bir halde birbirlerinin yüzüne bakmaya başlarlar.
Anlayana!