Gözlerini dünyaya yeni açan her bebek, tertemiz, yazılmamış bir kağıt gibidir. Onları şekillendiren ise içine doğdukları aile, çevre, şehir ve en önemlisi de içinde bulundukları coğrafyanın etik değerleri ve ahlaki ölçüleridir. Etik değerler ve ahlaki yapı denince aklımıza hemen Japonya gelir. Bir mühendisin projesinde yaptığı hatayı kabullenemediği için intihar etmesi haberleri sıkça medyaya yansır ve bizi şaşırtır. Çünkü bizde bu tür hatalardan sonra bir facia dahi meydana gelse, "Üç gün yatar çıkar ya da zaman aşımına uğrar" tereddüdünü taşırız. Zaman aşımı önemlidir ama zamanın ruhunu ve değerlerini yitirmek çok daha kötüdür.

Bebekler demiştik… Daha akılları yeni yeni bir şeylere sararken, onları sakinleştirmek için "Uslu dur çocuğum, sana çikolata alacağız" deriz. "Hadi erken uyu ki baban seni sabah markete götürecek" diyerek uykuya razı ederiz. "Derslerine iyi çalışırsan sana bisiklet alacağım" vaadi hemen her çocuğun hayallerini süsler. Eğitimde de çoğu zaman "Hocam bir idare ediver, ben de okulumuzun birtakım ihtiyaçlarına yardımcı olayım" gibi yaklaşımlar sergileriz. Askere giderken "tanıdık komutan aranır", işe başlayacakken iktidarda ya da yönetimde kimler söz sahibi ise onlara ulaşılır, bir şekilde yardım istenir. "Hamili kart sahibi yakınımdır" yazan kartlara değer biçilmez.

Mesela genel ya da yerel seçimler olur. Seçim ofisleri ana baba günüdür, dolar taşar. Yapılan ikramlar ve üst perdeden karşılama ritüelleri hep ilgi çeker. "20 oyumuz var başkanım ve seninleyiz ama bir de sıkıntımız var, bu ay elektrik faturamızı ödeyemedik" sözü hemen her adayın ofisinde işe yarar. Seçim vaatleri ve seçim döneminde yapılan güzellikler seçmenin gönlünü çalar. Ta bebeklik çağında bir şeyi verilecek bir ödülle (ödünle) yapmaya alışmış bir insan yapısı oluştuğunda, o toplum artık "olgunluğa" erişmiştir.

Maalesef bu "olgunluk", çürümeye en yakın mesafededir. Biz şu an bu çıkmazın içindeyiz. İdeolojik olarak tamamen bölünen halk, her zaman kendi tarafını koruyup kollar. Ülkemizde adam kayırmacılığı yok diyebilir miyiz? Torpil yok, liyakat esas diyebilir miyiz? Bu sorularım sadece bugünün iklimi için geçerli değil, maalesef tüm zamanlar için geçerli.

Cumartesi sabahına belediye başkanlarına yapılan operasyonla uyandık. Tepkiler ardı ardına geldi ve toplum yine ikiye bölündü. Bir kesim baklava kutuları üzerinden mizahi yaklaşımlar yaparken, diğer bir kesim ise operasyonların tamamen siyasi olduğunu haykırdı.

Yani yolsuzluk varsa bir kesim buna inanmıyor, yolsuzluk yoksa da bir kesim olduğuna inanıyor.

Oysa bu ülkede yolsuzluğu kim yaparsa yapsın, adil şekilde yargılanıp varsa cezasını çeksin diyebilmeliyiz.

Ancak bu şekilde gerçek bir iyileşme ve toplumsal barış sağlanabilir. Aksi takdirde, yolsuzlukla mücadele her zaman siyasi bir malzeme olarak kullanılacak ve gerçek sorunlar göz ardı edilecektir.