Öz gitti, söz bitti mi? HSYK Başkanı İbrahim Okur, Zekeriya Öz'ün görevden, fazla gelen yetkilerinin elinden alınmasını, 'Burnunu sürtmek için almadık” diye izah etmiş. Yoruma açık. İktidarın bundan memnun olmadığı da aşikâr!...
Öz gitti, söz bitti mi?
HSYK Başkanı İbrahim Okur, Zekeriya Öz’ün görevden, fazla gelen yetkilerinin elinden alınmasını, “Burnunu sürtmek için almadık” diye izah etmiş. Yoruma açık. İktidarın bundan memnun olmadığı da aşikâr! Olay, şöyle veya böyle; Sayın Başsavcının, İngilizce deyimiyle, “Yukarı Tekmelenmesi”, Fransızcası, “Limoje” edilmesi, Türkçesi de “kızağa çekilmesidir”. Temennim, “Ergenekon” sürecinde-kapsamında, artık her şeyin, sabaha karşı, gece yarısı tutuklamaların, insanların, “harimi ismetine”, arşivlerine hoyratça girilmesi gibi olmaması! Ben bunun son örneği olan Profesör Zekeriya Beyaz’ın arşivlerinin, yazdığı kitabın müsveddelerinin didiklenmesinden, çuvallara konup götürülmesinden dehşete düştüm. Saygın bir bilim adamına bir ilahiyat hocasına yapılan herkese yapılabilir. Buna benzer baskınlar Nazi Almanyasında Gestapo tarafından yapılmış, kitaplar yakılmıştı. Çağımız “internet çağı”, insanlar arasında iletişimi, dertleşmeyi sağlayan ve maalesef bazen kötüye kullanılan, iyi kötü ayaklanmaların tetiklenmesinde, organize edilmesinde rol oynayan sanal, evrensel bir “ağ” bu! Kitaplar gibi yakılamıyor ve ortadan kaldırılamıyor.
Kitapları, belgeleri toplayıp, yakmak, ne kadar insanları susturmaya yetmemişse, interneti yasaklamak, sansür etmeye çalışmak sonunda başarılı olamaz. Seksenli yıllarda “Video-Video Kasetler” çıkınca, bunlarla başa çıkarılamayacağını yazmıştım… Şimdi, “internet”, hem faydalı hem de zararlı, bir insan yapısı, “yaratık”. En iyisi, bununla birlikte yaşamayı öğrenmek, düzgün kullanarak insanlığa, milletlere yaramasını sağlamak, faydalarını zararlarının üstüne çıkarmak ve de kitaba, kitapla, fikirle mücadele etmek!
Gariptir, internetten, CD’lerden şikâyetçi olanlar, bunları kendi âmâları için kötüye kullanıyorlar… “Ergenekon” davalarının, başlıca delilleri de bunlar; kolaylıkla tahrif edilebilecek içine suç unsurları sokulacak “internet” ürünleri! Sitelere “düşürülen” yalan haberler, yalan iddialar da caba!
“Ergenekon” süreci-kapsamı Ümraniye’deki 30 el bombasından”, o zaman, Ümraniye Savcısı olan Zekeriya Öz tarafından çıkarılmıştı. “30 el bombası”, şimdi sandıklara, binalara, sığmayan internet kayıtları, CD’ler oldu. İçinden çıkılamaz bir hal aldı, ülkenin havasını kıymasını bozdu. Ve “Öz” gitti ama “öz de söz de” bitmedi. Umut, cesur, art niyetli, peşin hükümlü olmayan Savcılarda!
Ergenekon sanık ve tutuklularının hiç birinin, suçları, kesin olarak kanıtlanmadıkça, “masum” kabul edilmeleri gerekmesine rağmen, yıllarca, “fiilen”, bütün dehşet koşullarıyla, Ortaçağlardaki gibi, zindanlarda unutulacak “mahkûmlar”!
“Ergenekon Çetesinin”, Balyozun varlığı dahi hiçbir şüpheye mahal olmamacasına, kesin olarak, kanıtlanmış değil, bunca gayrete rağmen!
“İnsan Hakları”, “İfade Özgürlüğü”, “Adalet” diye mangalda kül bırakmayanlar, 12 Eylül’den sonra yapılanlardan şikâyetçi olanlar, bu durumlar karşısında, hiç olmazsa, suskun kalacaklarına, saldırı halindeler. “Ergenekon” diye bir suç örgütünün varlığına, tövbe, “Allah Kelamıymış” gibi inanmışlar. Mesela Brüksel’den ahkâm kesen Hadi Uluengin gibiler, “Ergenekon tabii ki vardır! Bundan şüphe duymak dahi abesle iştigal eder!” diyor… Mesela Altan kardeşler, hemen hemen her yazılarında amentü gibi, “Ergenekon gerçektir" diye yazarlar. Yargı son hükmü vermeden, nasıl bu kadar emin olabiliyorlar? Çünkü bu tez, Türkiye’de kurmak istedikleri yeni düzenin anahtarı, gerekçesidir!
Hasan Cemal de, “Ergenekon’a”, körü körüne iman edenlerden… İlke olarak, bu süreçte yapılanlardan, değil de, davaların adeta gülünç hoyrat uygulamalarından dolayı endişeli ve "davaya" zarar vermesinden korkuyor. Zekeriya Öz’ün, suçu da, “kapsamda” endazeyi kaçırması!
Mâlumlardan Mehmet Ali Birand, hidayete ermiş; “Ergenekon kendini yok ediyor” diyor ve soruyor: ““Ergenekon neydi? Ona, onlara ve savcılara göre; Seçimle gelmiş düzeni yıpratmak veya yıkmak için, devletle de ilişkileri olan, yasadışı gruplaşmalar ve çe1telerin yargılanması. demokrasiye karşı duranlardan hesap sorulması! İlk defa, askeriyle, para-militer örgütleriyle, derin devlet unsurlarının yargılanması; yani darbeci mantığın sonu…” Ve umut etmiş ki, “Davada öyle şeyler ortaya çıkarılacaktı ki, bir daha kimseler, yasa dışı faaliyetlere girişemeyecekler ve Türk demokrasisi sağlamlaşacaktı.” Ama şimdi Birand endişe eder ki; “Karşımda Ergenekon adlı bir ucube büyümeye, canavarlaşmaya başladı. Ne ucu görülüyor, ne baş tarafı. Nereye gittiği belli değil. Öyle insanlar, öyle gerekçelerle tutuklanıyor ki, anlayabilmek imkânsız. Demokrasiyi güçlendirmek adına başlayan bir girişim, bugün neredeyse demokrasiyi yıpratmaya başlayan bir platforma dönüşüyor. Çok merak ediyorum, acaba iktidar partisi durumun farkında mı? Belki sorumluluk yargıdadır, ancak bu tip siyasi davalarda, işin sonunda her fatura siyasi iktidarlara çıkarılır. Ergenekon, kendi kendini yiyen bir canavara dönüşüyor.”
Kısacası Birand bile, Türkiye'nin, “sivil faşizme” gitmesinden endişeli! Anlaşılan, karabasanı o da görüyor… Ama acaba o ve onun gibiler, “gaflet” ve de “ihanet” uykusundan uyanıp işin “özünü” görürler mi, yoksa hâlâ “Ergenekon Canavarını” diriltmek, ehlileştirmek hayalleri içindeler mi? Ama galiba “millet uyanıyor”!