Geçtiğimiz Salı günü, Mehmet Hacıkadiroğlu'nun daveti üzerine, ALÇED Başkanımız Şerefnur Kayhan'la birlikte, çevreci kimliğimizle, Rahmetli Nebile Hacıkadiroğlu'nun 1987 yılında, Konaklı'nın Toslak Mahallesinde yaptırdığı...
Geçtiğimiz Salı günü, Mehmet Hacıkadiroğlu’nun daveti üzerine, ALÇED Başkanımız Şerefnur Kayhan’la birlikte, çevreci kimliğimizle, Rahmetli Nebile Hacıkadiroğlu’nun 1987 yılında, Konaklı’nın Toslak Mahallesinde yaptırdığı ilkokulun; yerli malı haftası nedeniyle düzenlediği etkinliğine katıldık.
Gerek okulun öğretmenlerinden, gerek öğrencilerinden ve gerekse öğrencilerin velilerinden öyle büyük bir ilgi ve yakınlık gördük ki; hep birlikte tam bir duygu sağanağı yaşadık.
* * *
1984 yılıydı, yanılmıyorsam.
T.C.Ziraat Bankası Alanya Şubesi’nde ikinci yılımdı.
Bu iki yıllık süre, Alanya’yı ve Alanyalıyı, tanıyıp, öğrenmeme yetecek kadar yeterli bir süre olmuştu benim için…
Elbette henüz karşılıklı olarak birebir görüşüp, tanışamadığım Alanyalılar da vardı ama o birebir görüşmediklerimi de gıyaben bilecek, tanıyacak hale gelmiştim.
Nebile Hacıkadiroğlu da henüz tanışamadıklarımdandı.
Nebile Hanımla ilk kez bir düğün yemeğinde karşılaşmıştık.
Eşi Necati Abi tanıştırmıştı bizi; “Bak Hanım, bu bey, senin çocuklarının ‘abi, abi…’ diye yere göğe koyamadıkları Ziraat Bankası Müdürü… Yanındaki de eşi…” demişti.
O da gerçekten biliyor, tanıyor muydu yoksa kibarlığından, nezaketinden mi öyle söylemişti bilmiyorum ama “tanıyorum, biliyorum Necati…” demişti…
O ana kadar etrafındaki kişilerle Alanya şivesiyle konuşurken, birden İstanbul şivesiyle konuşmaya başlamıştı.
Bana dönmüş; “Müdür Bey, çocuklarım seni çok seviyor ve sayıyor, onlara bankacılık yönünden öte; sosyal yönünü, ağabeylik yönünü göster. Bankandan da, diğer bankalardan da uzak tut. Kredi işlerine bulaşmasınlar…” demişti.
Şaşırmıştım.
Yıl 1984’dü; Nebile Hanım, “Çocuklarımın kredi belasına bulaşmasını istemiyorum…” diyecek kadar önsezili ve ileri görüşlüydü.
Sonra konu konuyu açtı.
“… Bir hayır işi yapmak istiyorum Müdür Bey; o kadar çok gelenim, gidenim; o kadar çok akıl verenim var ki; cami yap diyorlar, falanca cemaata bağış yap diyorlar… Hayır! Ben okul yapacağım. Hem de bir, iki, üç… Yapabildiğim kadar okul yapacak ve yaptıracağım…” diyordu.
Alanya’nın ve ülkenin geleceğiyle ilgili o kadar güzel şeyler anlatıyordu ki…
Hayran olmuştum bu aydın cumhuriyet kadınına.
O konuşuyor, ben dinliyordum.
O günden sonra uzun bir süre, bir daha görüşmek nasip olmadı.
En son görüşmemizin de bir sitem görüşmesi olduğunu anımsıyorum.
Alanya dışında olduğum için Konaklı’da yaptırdığı okulun açılışına katılamamıştım.
“Açılışta seni de görmek isterdim, ama yoktun; dargınım sana Müdür Bey…” demişti, sitemli bir edayla.
Açılışta bulunamama nedenimi anlattım.
“Biliyorum, çocuklar söyledi. Şaka yaptım. Bundan sonra yaptıracağım okul açılışına gelirsin, inşallah…” dedi.
Kendisini ülkesine adamış, cumhuriyet kadınlarımız gibi inançlı ve vakur; “Bir okul daha.” diyordu; “ bundan sonra yaptıracağım diğer bir okul…”
… …
Ama olmadı.
Aile, hak etmediği ekonomik dar boğaza girdi.
Çok üzgün olduğu söyleniyordu.
Ankara’daydım.
2014 yılıydı galiba. Vefat haberini almış, çok üzülmüştüm.
* * *
Dün Konaklı Toslak İlkokulunu ziyaretimiz sırasında Mehmet, okulun girişine asılı annesinin resmini gözyaşları içinde okşarken; bir filim şeridi gibi bunlar geçti gözümün önünden…
Öğrenci velileri arasında, bu okulu bitirip, şimdi de çocukları için orada bulunan veliler vardı.
Öyle güzel dualar eşliğinde, öyle güzel şeyler anlattılar ki, hep birlikte duygu sağanağı yaşadık.
Mehmet’e, “Dinle bunları Güzel Yürek, dinle ve gurur duy annenle... Bir faninin ardından bundan daha güzel ne söylenebilir…” dedim.
Bir veli, okulun öğrencileriyle sarmaş dolaş olan Mehmet’e bakıp; “annesinin oğlu…” dedi.
O an o kadar hoşuma gitti ki bu söz; Alanya’ya dönünceye kadar içimden tekrarlayıp durdum.
“Annesinin oğlu…”
… …
Bıraktığın eserinin değeri biliniyor; övgüyle ve rahmetle anılıyorsun Nebile Abla…
Işıklar içinde uyu.