RİVAYET odur ki... Buralara çok uzak kasabanın birinde insanlar üçe ayrılırmış. 'Atı Ahırda Olan Ağalar.
RİVAYET
odur ki...
Buralara çok uzak kasabanın birinde insanlar üçe ayrılırmış.
“Atı Ahırda Olan Ağalar." "Eşeği Gölgede Kalan Marabalar." ve "Katır Gibi Yaşayanlar.”
ATI AHIRDA OLAN AĞALAR
Şöyle tarif edilirmiş.
İtibarları da, yatırımları da sağlamdır.
Sözlerini dinletirler, siyaseti belirlerler, her şeyi yoluna koyarlar.
Geleceğe dair endişeye yer yoktur hayatlarında, arzular şelaledir.
Ya yönetirler ya da yönettirirler.
Toplum mühendisliğini iyi becerirler, kadrolarını genelde eşeği gölgede kalan marabalardan seçerler, mülayim olmasına özenle dikkat ederler, katır gibi yaşayanlarla seçim zamanı haricinde muhatap olmazlar.
Kafalarına koyduklarını yaparlar ya da yaptırırlar.
Yarattıkları infialler için kendilerine göre kılıf bulmakta zorlanmazlar.
Zamanı geldiğinde her şeyin hesabını âlâsıyla sorarlar. Öbür dünyaya hesap bırakmazlar.
Namuslu ile namussuzu ayırma zahmetine girmezler, kodu mu oturturlar.
Sık seyahat edip kendilerini geliştirdiklerini sanırlar.
Avrupa’dan montaja özenirler, sokakta fazla dolaşmazlar.
Kurunun yanında yaşı da yakarlar, büyüklere ses çıkarıp huysuzluk yapmazlar, böylece uykuları da kaçmaz.
EŞEĞİ GÖLGEDE OLAN MARABALAR
İse şu şekilde tanınırmış.
Atı ahırda olan ağalar kadar olmasa da onlar da itibarlıdır.
Misal, cipleri vardır, üzerinde timsah logosu olan özenti kıyafetler giyerler ama epey borçları da vardır.
Dönem sonu faizlerini zamanında öderler, bankalarla adeta iki sevgili gibidirler.
Ucuz kredi imkânlarının alayından ziyadesiyle yararlanırlar, rahat yaşarlar, siyasette de vardırlar.
Sessizce yaşarlar, ağabeylerinin sözünün üstüne pek söz söylemezler, geriden geriye eleştirseler de arayı açmazlar.
Sivil toplum kuruluşlarında, parti yönetimlerinde, meslek odalarında ve elbette belediye meclislerinde daha çok yer alırlar.
Görev adamıdırlar. Bir yöneticiden ziyade, idarecidirler. Lakin genelde idare edilirler, her türlü jargonu da iyi kullanırlar, gerektiğinde gaz alırlar, hatta gaz verirler.
Yağmur nereye yağarsa tarlayı oraya kurarlar. Kuru yanmış, yaş yanmış, pek de önemsemezler.
Hem atı ahırda olan ağalardan hem de katır gibi yaşayanlardan nemalanırlar.
Kendilerine dokunmayan yılana bin yıl ömür dilerler.
Merhametsizliğe ses çıkarmamanın da merhametsizlik olduğunu okurlar okumasına ama mülayimdirler vesselam!
Her zaman olmasa da bazen uykularının kaçtığı görülür.
VE KATIR GİBİ YAŞAYANLAR
Şöyle tanınır, bilinirmiş.
İtibarları, eğer sicili çizilmemişse kredi kartının limiti ya da veresiye alabildiği mal kadardır.
Geneli esnaftır, sicilleri bozuksa da karizmayla uğraşırlar.
Postu deldirmediklerine şükrederler, şükürsüzlüğü iyiye saymazlar.
Kadercidirler.
“Adın kader olacağına, kaderin kader olsun” derler.
Temerrüt faizi hayatlarıdır, icra işlerine aşinadırlar, pek yabancılık çekmezler.
İcra avukatlarının önünde eğilir, arkasından demediklerini bırakmazlar.
Hesapları ahrete bırakırlar, oy kullanacakları zaman gaza gelip kendilerini önemli sanırlar.
“Elim kırılsaydı da oy vermeseydim” dedikleri adama bi daha, bi daha oy verirler. Ama bir araya gelip ortak ses olamazlar.
Atı ahırda olan ağaları gazetelerden takip ederler.
Ulaşıp da dertlerini anlatamazlar.
Eşeği gölgede olan marabalar tarafından idare edilirler, onlardan “Fazla sesini çıkarma” diye nasihat alırlar.
Kurunun yanında yanarlar!
6 ayda bir hayat standartlarını değiştirmek zorunda kalırlar. Tek dertleri geçimdir ve ne yazık ki uyku nedir bilmezler.
KISSADAN HİSSE
Siz, buralara çok uzak (!) bu kasabaya yerleşseniz, kendinizi nereye koyardınız?
Ya da şöyle sorayım.
Siz...
Atı ahırda olan ağalardan mısınız?
Eşeği gölgede kalan marabalardan mı?
Yoksa...
Katır gibi yaşayanlardan mısınız?
Rivayet odur ki...
Yine buralara çok uzak (!) başka bir kasabanın birinde insanlar üçe ayrılırmış...
“Bilip de Susanlar.", "Bakıp da Görmeyenler." ve elbette "İşitip de Duymayanlar.”
BİLİP DE SUSANLAR
Şöyle tarif edilirmiş.
Genelinin maddi durumu iyidir. Atadan kalma arsaları, bağları bahçeleri, mümkünse turistik tesisleri vardır.
Yanlarında ben diyeyim 50, siz deyin 100 kadar adam çalıştırırlar ama bunun yüzde 10’unun sigortasını bile zor yaparlar. Onu da işçilerini çok sevdiklerinden değil, devletle başları derde girmesin diye yaparlar.
Şehrin yöneticileriyle aralarını hoş tutmak için etliye sütlüye pek dokunmazlar.
Siyasetle sırf hobi olsun, üç beş yabancı memlekete gideyim, bir de belediyeyle, Ankara’yla işimiz olursa iki dakikada çözebileyim diye ilgilenirler.
Misal, belediyede işleri olduğu zaman zinhar ayakta bekletilmezler. Çünkü kendileri misafir edildikleri klimalı makam odalarında kışsa neskafelerini, yazsa buzlu limonlu sodalarını yudumlarken, bütün işlerini, daha kapıda görür görmez ayağa kalkıp önlerini ilikleyen belediye personeli yapar.
Belediyeden tam ayrılacakken iki dakika başkana uğrayıp hal hatır sorarlar, akşam yengeyle beraber otele balık yemeye davet edip gönül alırlar.
Hayat gaileleri pek yoktur. Genelde yalnız başlarına yurtdışına seyahate giderler, gözlerden uzak memleketlerde fantezi peşinde koşarlar.
Atadan kalma arazilerine ekili tarımsal ürünler daha onlar bile görmeden toplanır, toptancı halinde önceden ayarlı alıcısına gittiği an paraları banka hesaplarına çoktan yatmıştır bile.
Şehrin bol anason kokulu kapalı devre mekanlarında kâğıt oynayıp vakit öldürmek dışında, en sevdikleri hobileri arasında, şehrin çarşısının en müstesna köşelerindeki, mülkü kendilerine veya hanımlarına ait dükkânların kiralarından gelen paraları saymak, mümkünse bankaya götürüp müdürün önüne koyup ayak ayaküstüne atarak, “N'apalım bu paraları müdür bey” deyip hınzırca gülmek, banka müdürünün eğilip bükülmesini izlemek vardır.
Esnaf ölmüş, işçi bitmiş, pek umursamazlar ama dükkân kirası iki gün gecikince çıldırırlar, avukatlarını seferber edip kiracısı olan küçük esnafı icra tehdidiyle korkuturlar.
Dedik ya! Her şeyi bilirler, ama kimseyle kötü olmamak için susarlar.
BAKIP DA GÖRMEYENLER
İse şu şekilde tanınırlarmış.
Geneli siyasetçi ve meslek odası yöneticisidir.
Bakıp da gören, görüp de konuşan diğer siyasetçileri ve meslek odası başkanlarını hiç haz etmezler.
Misal, herhangi bir haksızlık karşısında sesini çıkaran olursa, “Bunun ne olduğu zaten belli. Hafif çatlak” deyip yafta takmaya bayılırlar.
Siyasi ikbal uğruna makam olarak kendilerinden üstte olan ağabeylerine pek ses etmezler, edemezler.
Önleri kesilmesin, kimse makas vurmasın diye her şeye sadece bakarlar, ama görmezler.
Bunlara yukarıdan sürekli telefon gelir; “Akıllı ol, ses etme, sana falanca yeri sözde ihaleyle vereyim, sen de nasiplen” denilir.
Üç beş Ankara seyahatine, üç beş yurtdışı gezisine fit olurlar.
Arkalarından konuşulmasına hiç dayanamazlar, buna mukabil arkadan konuşmaya bayılırlar.
Yaşadıkları şehirde cereyan eden olumsuzluklar hakkında kendilerinden görüş almak isteyen gazetecilere, şehrin yöneticileri için telefonda inanılmaz şeyler söylerler, fakat iş kamera karşısında konuşmaya gelince adeta dut yemiş bülbüle dönerler.
Korkarlar.
Güç bela, tesadüfen, bazen de uysal koyun oldukları için ele geçirdikleri koltuklarından olmamak için her şeyi görürler, ama sadece bakarlar.
İŞİTİP DE DUYMAYANLAR
Şöyle tanınır, bilinirmiş.
Geneli küçük esnaftır.
Nasreddin Hoca’nın Fil Hikâyesi’nde Timurlenk’e ateş püsküren ama iş Timurlenk’in sarayına gidip dert yanma aşamasına gelince sırra kadem basan köylü tayfası gibidirler. Organize olamazlar.
Sosyal paylaşım sitelerindeki kişisel sayfalarında haksızlığa her Allah’ın günü isyan ederler.
Kendileri gibi düşünen bir iki esnaf buldukları zaman kendilerine haksızlık edenlere demediklerini bırakmazlar, buna mukabil kendilerine haksızlık edenleri görür görmez kırk takla atarlar.
“Bunlara ne yapılsa müstahaktır” sözü adeta bunlar için üretilmiş gibidir.
Çarşıdaki dükkân sahipleri tarafından “Dükkân boş kalmasın, kekin biri gelip kontrata imzayı çaksın” diye her sene başı gazetelere yapılan “Bu yıl sezon süper geçecekmiş” açıklamalarına kanıp dükkânı malla doldururlar, geçen senelerden ibret almayıp her sene kıçlarının üstüne otururlar.
Dükkân kiralarını takır takır verdikleri “Bilip de susanlar” ile dertlerini anlatmak için kapılarını aşındırdıkları “Bakıp da görmeyenler” sınıfını görünce ayağa kalkıp ön iliklerler, onlar daha caddenin köşesini dönmeden arkadan olmaz küfrü basarlar.
“Gelin, organize olup sesimizi duyuralım” diyen Spartaküs karakterli esnaf arkadaşlarını üç kuruşa anında satarlar.
Kendilerine yapılan zulmü işitirler, ama duymazdan gelirler.
KISSADAN HİSSE
Siz bu kasabaya yerleşseniz, kendinizi nereye koyardınız?
Ya da şöyle sorayım.
Siz...
“Bilip de Susanlar"dan mısınız?
"Bakıp da Görmeyenler"den misiniz?
Yoksa...
"İşitip de Duymayanlar"dan mısınız?”