BİR insanın ahlaklı olup olmadığını belirleyen en büyük faktör ERDEM'lerdir. Doğruluk, cömertlik, adaletli olmak, kin ve nefretten arınmışlık, hoşgörülülük, bağışlayıcı olmak, alçak gönüllülük, cesaret, sevgi sahibi olmak...

BİR

insanın ahlaklı olup olmadığını belirleyen en büyük faktör ERDEM'lerdir. Doğruluk, cömertlik, adaletli olmak, kin ve nefretten arınmışlık, hoşgörülülük, bağışlayıcı olmak, alçak gönüllülük, cesaret, sevgi sahibi olmak ve saygılı davranmak erdemlerin başlıcalarıdır. İnsanoğlundan Allah'ın sahip olmasını istediği şeyler de bunlardır. Bazı insanlar Allah tarafından bu erdemlerle donatılmış olarak doğar. Böyle olanların inanç ve insanlık yolunda işleri daha kolaydır. Fazla bir çabaya ihtiyaç duymadan yollarına devam ederler. Çünkü doğuştan nefsleri Allah tarafından köreltilmiştir. Toplumda herkes tarafından kabul gören ve iyi insan olarak adlandırılanlar işte bunlardır. Fakat bu gibilerin sayısı maalesef çok azdır.
Çoğunluk olanlar ise bu kadar şanslı değillerdir. Her insan nefs-i emmare (Sahibine emreden nefs) ile doğar. Bu nefs aynı zamanda hayvani bir nefstir ve sahibi üzerinde meşru olmayan arzuları yerine getirme hususunda hakim olan bir nefstir. Sıradan insanlar erdemlere ulaşabilmek için bu nefsten başlamak üzere altı nefs mertebesini daha aşmak zorundadır. Bu çok uzun ve meşakkatli bir yoldur. Hepsinden önemlisi, en azından hayvani nefsi altetmek mecburiyetindedir. Bu taktirde bile insanlığa ilk adımını atmış olur.
Doğuştan erdem sahibi olmayanlar bunu iki yolla edinebilirler. Alimlerin görüşü bu yöndedir. Birincisi ailedir. İkincisi ise öğrenmeye olan tutkusudur. Aile çok kötü bir yapıya sahip değilse bu konularda çok derinlemesine olmasa bile çocuk yaşlarda evlatlarını eğitebilir. Temel bazı bilgileri ona verebilir. Yalnız yine de az da olsa çocuğun doğasında bu bilgileri alabilecek kapasite olmalıdır. Aksi takdirde ailenin erdemli olması dahi yeterli olmayacaktır. Alimden zalim, zalimden de alim doğar denmesinin sebebi budur.
Kişi doğuştan erdemlere sahip olmayabilir ya da doğduktan sonra aileden de bu konularda etraflıca eğitim alamayabilir. İşte burada devreye araştırma ve öğrenme arzusu girer. Eğer içinde bir parça sorgulama yeteneği kalmışsa kişi önce başkalarını değil kendini sorgulamaya başlar. Kendine vereceği cevaplar ikna edici oluyorsa bir sorun yoktur. Demek ki iyi ya da kötü yaptıklarını beğeniyordur. Fakat kendine verdiği cevaplar yetersizse, yani cevaplar kendini bile ikna etmiyorsa o zaman bir sorun vardır ve o kişi sorunun nereden kaynaklandığını araştırma yolunu seçer. Fakat insanların büyük çoğunluğu ne yazık ki günümüz kelimesiyle ÖZELEŞTİRİ yoluna gitmez. Daha doğrusu eleştiri kelimesinden hiç hoşlanmaz. Bir zamanlar ben de öyle biriydim ve bu nedenle bu tür insanların ne düşündüğünü iyi bilirim.
Öğrenme sevdasıyla araştırmak ve araştırdıkça karşısına çıkan soruların çokluğunu görmek bazen insanı bunaltıcı durumlara sokabilir. Fakat insanoğluna kattıklarının yanında bu sıkıntıların hiç bir önemi yoktur. Elde edeceği iç huzura adım adım yaklaşmak mutlulukların en güzeli olduğunu gördükçe bundan alacağı keyfin yerini tutacak başka bir şey yoktur.
Babaların büyük çoğunluğu oğluna kavgada ilk yumruğu sen atacaksın diye öğretir. Elini korkak alıştırma. Dayak yiyen değil dayak atan ol derler. Doğal olarak kimse kendi çocuğunun dayak yiyen biri olmasını istemez. Babam ve üç ağabeyim bana böyle öğrettikleri için ben de oğluma böyle öğrettim. Ta ki daha dört beş yıl öncesine kadar bu fikirdeydim. O zamanlar en küçük olayda bile kavgaya hazır biriydim. Çok öfkeli ve çabuk patlayan bir kişiliğe sahiptim. En sevdiğim cümle 'Nereden inceldiyse oradan kopsun' cümlesiydi. Bu da beni üniversite okumuş bir cahilden başka bir şey yapmazdı. Oysa önemli olanın kavga çıkaracak ortam veya olaylardan uzak durmak, her şeyi tatlı dil ve güler yüzle halletmek gerekiyormuş, bunu öğrendim. Zaman içerisinde büyük alimlerin yazdığı kitaplarla karşılaştıkça, sadece öğrenim gördüğümü ama eğitim ve bilgiden çok uzak olduğumu anlamakta gecikmedim. Yıllarımı geceli gündüzlü araştırma ve öğrenmeye verdikçe bu kez hiçbir şeyi bilmediğimi ve öğrenilecek şeylerin çokluğu karşısında ise bir ömrün yetmeyeceğini anladım. Fakat şimdi bana göre doğru olduğuna inandığım öfkeyi alt edip, kavgadan kaçınma davranışı, insanların büyük çoğunluğuna göre zayıflık ve korkaklıktır. Geri adım atmak olarak düşünülür. Bu da onurları zedeler. Oysa en büyük cesaretin bu olduğu okuyunca ve araştırınca öğreniliyor. Peygamber efendimiz (SAV) bir hadisinde şöyle diyor:
"Güçlü kişi yenen kişi değildir. Asıl güçlü kişi, öfke anında sinirlerine hakim olan kişidir."