(Yirmi yıl önce kaleme almıştım aşağıdaki yazıyı. Bana bu yazıyı yazdırtan noktadan yirmi yıl sonra tekrar seyrettim Alanya’yı.
Üzüldüm.
Üzüldüm, çünkü değişen hiçbir şey yok. Hatta gidişat çok daha kötü…
O nedenle yinelemek istedim.
İşte o yazı…)
İki ayrı Alanya var.
Biri sahipli ve mükemmel, diğeri sahipsiz ve müptezel.
Ancak sahipli ve mükemmel yüzü; sahipsiz ve müptezel yüzünden daha güçlü... O nedenle Alanya hâlâ güzel, hâlâ cazip...
Yapılan bunca katliama, yapılan bunca hunhar saldırıya ve örselenmeye karşın; Alanya hâlâ direniyor.
… …
Bir tarihte İskele Kaptan Otel’in çatı katında Alanya Tenis ve Triatlon Kulübü’nün yönetim kurulu toplantısı için toplanıyoruz. Üyeler birer ikişer geliyor... Toplantı öncesi, rufun penceresinden Alanya’nın doyumsuz güzelliğini izliyoruz...
Necip Azakoğlu içeri giriyor, yanımıza geliyor... Ve sanki ilk kez görüyormuşçasına; “ Şu eşsiz güzelliğe bak, şu güzelliğe!...Cennette yaşıyoruz cennette!...” diye haykırıyor. Uzun bir süre sessizlik oluyor.
Bu sessizlik süresince; hep birlikte, bu büyüleyici güzelliği; yudumlayarak, sindirerek, büyük bir keyifle seyrediyoruz.
Bir ara gözlerim, denizin tılsımından kurtulup, sahilin iç kesimlerine kayıyor...
Densiz(!) çevrecilik duygularım depreşiyor...
Büyülenmiş gibi Alanya Koyu’nu izleyen dostlara; “safi betondan mamul, labirentimsi beton yığınlarını” gösteriyorum...
Herkes rüya âleminden uyanıyor...
Yüzlerdeki o tatlı tebessümler kayboluyor, yüzler buruşup, dudaklar sarkıyor...
Necip, “... Bu yapılır mı abi ya!... Ne güzel yirmi yıl öncesinin Alanya’sına gitmiştim!...” diyor.
Densizlik yapıp, büyüyü bozduğum için üzülüyorum...
Ama benden de, densizleri(!) çıkıyor...
Bir dost, “ bulunduğumuz mesafeden bile görünen, balıkçı barınağının içerisinde yüzen, sahile vuran naylon poşetlerini ve (yağmur suyu tahliyesi amaçlı da olsa) zihinlerde son derece iğrenç çağrışımlar uyandıran, kıyıdaki beton küngün “açıkta bırakılmış” ağzını gösteriyor.
Bir arkadaşımız, balçıklaşan koyun kıyısında oluşan kumsal alanları ve kıyıda oluşan sazlığı işaret ediyor...
Moraller bozuk, kafalarda bin bir soru işaretiyle, Başkan Kaptanoğlu’nun çağrısı üzerine toplantıya başlıyoruz...
* * *
“Görmek amacıyla bakılması” halinde; Alanya’nın her bir noktasından, her bir karesinden ve her an görüp, saptayabileceğiniz “Alanya’nın bu iki yüzünü”; yaşadığım bir anekdotla aktarmak istedim size.
Alanya’da mükemmellik ve müptezellik, iç içe yaşıyor. Bunu her an, her yerde görmek mümkün...
Örneğin Ahmet Tokuş Bulvarı’nın deniz cephesi üzerindeki hepsi birbirinden sakil kafe ve restoranlar, Çin Seddi gibi deniz cephesini kaplamış durumda.
Bu işletmeler(!), öyle pervasız ki; ön cephelerini, yan cephelerini odunluk ve ardiye olarak kullanıyor.
Defalarca yazdık, uyardık.
Umursayan olmadı, olmuyor.
Olmadığı gibi, meydanı boş bulan bu işletmeler; KAMUYA AİT OLMASI GEREKEN bu alanları babalarının çiftliği gibi kullanıyor.
Yapmayın efendiler.
Lütfen yapmayın.
Alanya’ya kıymayın!
Dipçe: Ekli resmi, lütfen alıcı gözle inceleyin. Denizin, kumsalın görüntüsü böyle olur. Denizi ve kumsal alanı, Alanya örneği ÇİN SEDDİ gibi kafelerle kapatmak tek kelimeyle, o kente ihanettir.

