KÖŞE yazmaya başladığımdan beri bu konuda kişisel alameti farikam, siyasi içerikli rüyalarım olagelmiştir. Uzun süredir siyasi rüyalar görüp görmediğim yönündeki ısrarlı sorular karşısında, nihayet istihareye yatmaya karar verdim ve...
KÖŞE yazmaya başladığımdan beri bu konuda kişisel alameti farikam, siyasi içerikli rüyalarım olagelmiştir. Uzun süredir siyasi rüyalar görüp görmediğim yönündeki ısrarlı sorular karşısında, nihayet istihareye yatmaya karar verdim ve geçen hafta içerisinde “sırf hatırlı okuyucularım için” pek çok rüya birden gördüm.
Bazılarının sağlığıma zarar (!) verme ihtimali yüksek olduğu için bunları sizlerle paylaşıp paylaşmama konusunda ikilemde kaldım ve bazı büyüklerime danışıp rüyalarımı önce onlara anlattım.
Ortaklaşa bir kararla, umuma aykırı bölümlerini makasladıktan sonra rüyalarımın sizlere nakledilmesinde herhangi bir mahzur olmadığı yönünde icazet aldım.
İşte birincisi…
Rüya bu ya! Bir Cumartesi günü, Alanya Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu’nu Batı Girişi’ndeki Palm Beach Clup’te denize nazır bir masada otururken görüyorum. Üzerinde, kısa kollu beyaz Lacoste gömleği ve Zara marka İspanyol paça kot pantolonu olan Sipahioğlu, gözlerini Meyilli Tren’i yapacağını söylediği Kale’ye dikmiş vaziyette, taze ceviz ve bademle marine edilmiş ılık suyunu içiyor. Sipahioğlu’nun hemen karşısında ise AKP İlçe Başkanı Hüseyin Güney oturuyor. Sipahioğlu, Güney’e hararetli bir şekilde bir şeyler anlatıyor. Sipahioğlu konuşuyor, Güney sessizce dinliyor.
Rüya bu ya! “Şimdi böyle sere serpe yanlarına gitsem muhtemelen konuyu değiştirecekler, Palm Beach’te plaj voleybolu oynamaya geldiklerini falan söyleyecekler” diye düşünüp, hınzır bir plan yapmaya karar veriyorum.
Başıma, üzerinde (nedense) “Evet” yazan ve yüzümü kapatan beyaz bir şapka, gözüme Hüseyin Güney’inkine benzer kocaman camlı Ray-Ban bir gözlük takıp, garson kostümüyle sessizce yanlarına sokuluyorum.
Rüya bu ya! Sipahioğlu, sadece Güney’in duyabileceği bir ses tonuyla, “Bak Hüseyin. Seni severim. Ama bu arkadaşların beni AKP’ye geçtiğime geçeceğime pişman etmek mi istiyorlar. Bu olanları bugüne dek Patron’a anlatmadığıma dua edin. Arkadaşlarına söyle, artık bu meseleyi kapatsınlar, yoksa fena şeyler olur” diyor. Sonra Sipahioğlu susuyor ve gözünü yeniden Kale’ye dikip bademli cevizli ılık suyunu içmeye devam ediyor.
Doğumhane önünde bekleyen baba adaylarına özgü bir endişe ve heyecanla soğuk terler döktüğüne tanık olduğum Hüseyin Güney ise önce derin bir iç çekiyor, sonra tıpkı bir akşam önce arkadaşlarıyla saatlerce çalıştığı gibi, başlıyor Sipahioğlu’na yanıt vermeye.
Rüya bu ya! Yılların kurt siyasetçisi Sipahioğlu karşısında kendinden emin gibi gözükmeye çalışan Güney, “Hasan abi, ama sen de bizi çok zor durumda bırakıyorsun. Ne var yani şu Batı Girişi’ni açıversen. Vallahi senin bu inadın yüzünden kamuoyuna diyecek lafımız kalmadı. Yap bi güzellik Hasan abi. Şu üç günlük dünyada birbirimizi kırmaya değer mi?” diyor.
Real Madrid defansını kendi ceza sahasında tek başına yakalamış Barselonalı Messi’nin rakiple kedinin fareyle oynaması gibi, AKP’ye geçtiği 12 Temmuz 2009’dan bu yana Güney’e ve AKP’li Belediye Meclisi üyelerine zırnık taviz vermeyen, yüzü ise Real Madrid teknik direktörü Jose Mourinho donukluğunda olan Sipahioğlu, her zamanki gibi “Nuh” diyor ama dili bir türlü “Peygamber” demeye varmıyor.
Güney, konuşmasına şöyle devam ediyor: “Hasan abi, hadi Batı Girişi’ni açmadın. Peki şu başkan yardımcısı meselesinde niye ayak diriyorsun. Ne olur yani başkan yardımcısı AKP’den olsa.”
Güney’in bu sözleri Sipahioğlu’nda, “partisinin listesine girememiş aday adayı kızgınlığı” etkisi yaratıyor. Çok güvendiği Genel Başkanı tarafından listeye yazılmamış aday adayının listeler açıklandıktan sonraki yüzü gibi, Sipahioğlu’nun yüzü de “başkan yardımcısı meselesi” açılınca kıpkırmızı oluyor.
Sipahioğlu, “Hüseyin, yine o konuyu açıp da birbirimizi üzmeyelim lütfen” diyor. Güney, “Ama Hasan abi” diyecek oluyor, Sipahioğlu sazı elinden bırakmıyor: “Bak kardeşim. Ben Mustafa Bey ile çalışamam. Size aylardır ‘Başka birini önerin’ diyorum ama her seferinde önüme Mustafa Bey’in ismini getiriyorsunuz. Olmaz, olamaz. Lütfen bu bahsi kapatın kuzum” diyor.
Rüya bu ya! Tam bunlar olurken Sipahioğlu aniden beni tanıyor. “Yine mi sen? Yahu şuraya Hüseyin’imle iki lafın belini kıralım diye geldik, burada da mı rahat yok Alper’ciim. Gel sana da bir şeyler ikram edelim” diye inceden bir siteme başlıyor.
Bu, topu taca atma girişimi olarak gördüğüm teklife önce, “Yemezler Sayın Başkan” diyorum. “Anlamadım” deyip kaşlarını çatınca, “İnce bir fırça da biz yemeyelim” deyip, “Karnım tok, ısmarlayacağınız şeyleri yiyemem anlamında söyledim” diye yanıt veriyorum.
Güney ile Sipahioğlu, konuşmalarını baştan sona dinlediğim için bana, “Muhteşem Yüzyıl” dizisindeki Mahidevran’ın Hürrem’e baktığı gibi bakmaya başlıyorlar.
Ya da, o diziyi izlemeyenler için şu örneği verelim.
“Öyle bir geçer zaman ki” dizisinde, kocasını eski karısı Cemile ile yakalayan Caroline’inki gibi bakışlara maruz kalıyorum…
Rüya bu ya…
Sipahioğlu ile Güney hesabı ödeyip masadan kalkmaya yeltenirken, o sırada Sipahioğlu’nun telefonu çalıyor.
Sipahioğlu, telefonunun ekranında yazan ismi, yüzündeki muzip ifade eşliğinde Güney’e doğru tutuyor.
Ekranda “Mevlüt Çavuşoğlu arıyor” yazısını gören Güney ise müsaade isteyip sessizce Palm Beach’in kapısına doğru yöneliyor.
“Yes”e basan Sipahioğlu, “Selam Mevlüt, tamam, sorun yok kardeşim. Düşündüğüm şey için çağırmamış beni. Yok yok, senin aramana gerek kalmadı. Ben diyeceğimi dedim” deyip telefonu kapatıyor.
O sırada nasıl oluyorsa kendimi birdenbire Hüseyin Güney’in yanı başında buluyorum. Telefonunun “en son arananlar” klasöründen bir numara bulup arayan Güney, karşısındakine şunları söylerken ben kan ter içinde uyanıyorum.
“Abi, arkadaşlara söyle, boş yere beklemesinler. Yine başaramadık, inşallah başka sefere.”