Kısa bir müddet evvel 'Protokol ve kuralları” hakkında bir köşe yazısı yazmıştım. Bugün ise toplumumuzda noksanlığı artarak hissedilen dürüstlük, saygı ve nezaket mevhumlarına değinmek istiyorum. İvedilikle yok olmaya başlayan...

Kısa bir müddet evvel “Protokol ve kuralları” hakkında bir köşe yazısı yazmıştım.

Bugün ise toplumumuzda noksanlığı artarak hissedilen dürüstlük, saygı ve nezaket mevhumlarına değinmek istiyorum.

İvedilikle yok olmaya başlayan görgü, nezaket, zarafet gibi bir toplumu yücelten değerler ve bu kavramların geçerli olduğu durumlarda kişileri karakter sahibi yapan ve yücelten unsurlar olduğunu anlamak fevkalade mühimdir.

İlkel toplumlarda bile zaman ile gelişen ve yaşantılarının bir parçası haline gelen sosyal davranış olarak adlandırabileceğimiz kurallar söz konusu ilkelere temel oluşturur. Şunu anlamak lazım ki kişi veya toplum, saygınlığını sosyal davranışları ile güçlendirebilir. Netice olarak söz konusu kurallar yaşantımızın her dönemini ilgilendirir ve doğru uygulandığı sürece bizleri daima başarıya götürür. Aksi tutum ise ancak itibar kaybetmeye neden olabilir. Her aklı selimi yerinde olan birey ise toplum içinde başarı, mutluluk ve saygıya erişmek için çalışır.

Sosyal davranış elbette ekonomik şartlar, eğitim düzeyi, kültür seviyesi, ahlaki ve dini inançlarına göre toplumdan topluma ve hatta aynı toplumlardaki değişik bölgeler arasında bile bazı farklılıklar gösterebilir.

Görgü ve terbiye öncelikle kişinin ailesinden gördüğü ve kazandığı hasletlerdir. Nezaket ise, kişilerin aldığı terbiye sonucu hoşgörülü, saygılı, barışçı ve en mühimi dürüst davranışın ifadesidir. Dürüstlük kavramı, maalesef, her gün azalmakta hatta dürüst olmamak bir marifet sayılan hale gelmektedir. Bunları şahsen yaşadığım için rahatlıkla teyit edebilirim.

Bütün olumlu hasletler saygı ve anlayış temellerine dayalıdır. Bu kuralların en kıymetli değeri ise kişinin kendisine olan saygıyı pekiştirmesidir. Medeni ve çağdaş her davranış kişiye şahsiyet kazandırır ve toplum içinde itibarını yükseltir. Aksi davranışlar ise hem şahsiyetsizliğini belirgin hale, hem de toplum içinde saygısını yitirmeye vesile olur. Netice olarak saygı, nezaket, dürüstlük kişinin kendisidir, karakteridir. Bunlardan kısa yoldan sıyrılmayı kurnazlık olarak gören kişiler, veya umursamayanlar için fazla diyecek bir şey yoktur çünkü zavallı damgası ile ebediyen yaşamaya mahkumdurlar. Bu gibileri maalesef aramızda hala bol bol mevcuttur.

Elbette sosyal kurallara uymak için bir yasal zorunluluk mevzubahis değildir. Yalnız unutmamak lazım ki esas itibarı ile bu kuralların etkisi yasadan da güçlü sayılabilir. Çünkü her normal insan toplum içinde takdir edilmeyi arzular. Beğenilmek ister. Normal şartlarda bu istekler o kişiyi medeni uygulamalara ve dürüstlüğe yöneltmelidir. Genelde terbiyeli, nazik, dürüst olan bir kişi, kendisine saygı duyulduğu için başkalarına da saygı duyar. Maalesef, iyi niyet ve doğal sezgiler her zaman nasıl davranacağımıza gösterge olarak yetmeyebilir. Çünkü, günümüzde artarak yalan söylemeyi, kazık atmayı, güveni suiistimal etmeyi meziyet kabul edenlerin sayısı artış göstermektedir. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki dedikodu başını almış gidiyor; dini inançlara saygı inişte ; yüksek sesle açık alanlarda cep telefonlarında konuşmak normal; hiddet tavan yapmış; küfretmek serbest ; randevuya sadık kalmamak, hatta bir özür dileme ihtiyacı bile duymamak; kendi kendini övmek; teşekkür etmemek; yalan söylemek ve liste devam edebilir!

Netice olarak bilmemek ayıp değildir ama öğrenmeye teşebbüs bir görev adledilmelidir.

Birkaç ve bizzat yaşadığım somut örnek belki de aydınlatıcı olabilir:

1)Türkiye’den görevi bittiği için ayrılacak olan Amerikan Büyükelçisinin şerefine seneler evvel Ankara’ da resmi bir veda yemeği veriyorum. Böyle yemeklerde protokole uygun oturma planı yapmak gerekir. Burada iki unsur ön plana çıkar; birincisi konukların öncelik sırasını belirlemek, ikincisi ise öncelik sırasına göre oturma yer ve sırasını belirlemektir.

Usulen Büyükelçi’ye kimlerin davet edilmesini beyan etmesi istenir ve onun listesine birkaç ekleme de ev sahibi tarafından yapılır. Büyükelçi dönemin bakanlarından birinin yakın dostu (Bakan benim de dostumdu) olduğunu belirtip kendisini davet etmemi rica etti. Ben de Sayın Bakanın tespit edilen gece uygun olup olmadığını öğrenmek için özel kalem ile temasa geçip önceden verilmiş sözü olacağını öğrenip, maalesef katılamayacağını bu vesile ile öğrenmiş oldum.

Oturma düzeni 6’ şar kişilik 3 yuvarlak masada (18 kişi) oluşuyordu ve gelecek konukların oturacakları yerleri mevki, unvan vs. gibi kıstaslara göre belirlenip masa düzeni kuruldu. Belirlenen gün ve saatte kapı çaldı ve karşımda gelemeyeceğini bildiren Bakan ve eşi. Gayet rahat bir eda ile “Sana sürpriz yapmaya karar verdik.’’ Durumu göz önüne getirmeye çalışın. 15 dakika içinde ve mümkün olduğu kadar kimseye belli etmeye çalışmadan bütün masa düzeni tekrar ayarlandı ve en korkunç ve üzücü olan kısım da, o saatte gururumu ayaklarımın altına alıp davetli olan ve gelmek için yola çıkmış bir dostum ve eşine trajikomik durumu izah edip, gelmemelerini rica etmek oldu. Olgun ve anlayışlı olan dostum beni teselli edip “Merak etme sevgili Osman, maalesef böyle olaylar oluyor, kendini üzme, ben eşimi hazır giyinmişken güzel bir restoranda yemeğe götürürüm’’ dedi. Tabii benim yerin dibinden dışarı çıkmam birkaç gün aldı.

2)Seneler evvel misafirim olarak ve evimde (Alanya) ikamet eden Ürdün Saray Nazırı (Private Chamberlain) Prens Ali Ben Nayif ve zarif eşi Prenses Reema şerefine 60 kişilik bir yemek verdim. Klasik protokol, önce gelen işadamları, basın mensupları ve Antalya milletvekillerini davet ettim. Private Chamberlain, saray bünyesinde herhangi birisi değildir ve kralın bulunamadığı veya katılamadığı her etkinlikte kralın adı ve namına hareket eder.

Üç büyük partinin milletvekillerini (Antalya) davet ettim. Birkaçı cevap vermedi, bazıları çeşitli sebepler öne sürüp mazeret beyan etti. “Geleceğim” deyip de gelmeyen ve bir özür telefonu bile lütfetmeyenleri saymıyorum bile.

Tek net ve müspet cevap genç ve çiçeği burnunda AK Parti Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu’ndan geldi. Hem davet edilmekten duyduğu memnuniyeti, hem de katılacağını bildirdi.

Yemekte Sayın Çavuşoğlu, Kaymakam, Belediye Başkanı ve birkaç önemli gördüğüm şahsiyeti Prens’in masasına oturttum. Mevlüt Bey yemek başlamadan “Prens Hazretleri ben bir AK Parti toplantısını bırakıp Antalya’dan geldim ve müsaadenizle sizinle 1 saat kadar kaldıktan sonra toplantıya dönmeye mecburum” dedi.

Hiç unutmuyorum, Prens Ali bana dönüp “Ne kadar zarif ve nazik bir şahıs, 4 saatlik yolu bir yemek için aşındırıyor. Bu adam ileride çok yüksek mevkilere gelecektir” dedi ve zaten netice belli.

Bu gibi misaller ile muhtemelen bir kitap yazabilirim ama buna zaten ihtiyaç yok. Vermek istediğim mesaj, zarafet, dürüstlük, nezaket ve saygı hepimizi yüceltir. Lütfen bunlardan vazgeçmeyelim, aksine sıkı sıkı sarılmaya çalışalım. Bizim hayat çizgimizi bu mevhumlar belirlesin.