Zeynel Kozanoğlu'nu bizim camiada tanımayan azdır. Neredeyse benim doğduğum yıllarda öğretmenliğe başlayacak yaşta olan Zeynel ağabeyle bizim yolumuz Güneş Gazetesi'nde kesişti. Anadolu Ajansı'ndan devletin 42 yaşında emekli...
Zeynel Kozanoğlu'nu bizim camiada tanımayan azdır.
Neredeyse benim doğduğum yıllarda öğretmenliğe başlayacak yaşta olan Zeynel ağabeyle bizim yolumuz Güneş Gazetesi'nde kesişti. Anadolu Ajansı'ndan devletin 42 yaşında emekli ettiği ve sokağa bıraktığı, Türkçe'yi bütün inceliklerine dikkat ederek yazan ve konuşan bu kurallı gazeteci ağabeyimizi Güneş Gazetesi'ne Çetin Esen Kaftan getirdi.
Zeynel Kozanoğlu'nun görevi bizim daktilo kağıtlarına haber diye yazdığımız yazıları düzelterek, kısaltarak, eksikliklerini tamamlayarak yayınlanabilir hale getirmekti. Şimdi "Editör" diyorlar bu görevi yapana. Biz "Redaktör" diyorduk.
Haberlerimizi anlaşılır hale getirmek oldukça meşakkatli bir işti. Kozanoğlu önce okuyacak, anlayacak ve dili sadeleştirecekti. Yazılan her haberi satır satır okurdu. Bazı satırların üzerini çizerdi, bazen yanından bir ok çıkarır, okun ucunu kağıdın boşluğuna kadar uzatır, oraya el yazısı ile ekleme yapardı. Çoğu kez de haberi yeni baştan yazardı.
DAKTİLOYA ZİNCİR VURDU
Güneş Gazetesi yeni açıldığında çalışan her muhabire bir daktilo satın alınmıştı. Şimdi daktilo olmadığı ve reklama girmeyeceği için markasını da yazayım; Olivetti... Daktiloyu kendimiz yapamadığımız için ithal ediyorduk. Hepsi yeni olan makinalar, kısa sürede bozuldu.
Zeynel ağabeyin söylediğine göre, "Üzerinde kuru fasulye yenen" daktilolar vardı. "Nerden anladın?" diye sorduğumuzda yanıtı patlatırdı:
Lekeler üzerinde duruyor. Daktilo fasulye kokuyor.
Belki abartıyordu ama söyledikleri gerçeğe yakındı. Haftasonu maçları olduğu zaman daktiloların neredeyse tamamı spor servisinin hizmetindeydi. Pazar günleri izinden döndükten sonra içinde simit susamları olan daktilolarımızla başbaşa kalırdık. Bir gün Zeynel Kozanoğlu elinde iki metre zincir ve kocaman bir asma kilitle çıkageldi. Zinciri özenle çekmecesine yerleştirdi, kilidi de koydu.
Mesai bitiminde çıkardı zinciri, kapağını özenle kapadığı daktilosuna sardı, zincirin ucunu kalorifer borusuna soktu ve kilidi kapadı. Zincire dolanmış daktilo kalorifer borusuna bağlanmıştı. Daktiloyu artık kullanmak değil oradan almak bile olanaksızdı.
Kozanoğlu'nun yüzünde müztehzi gülümseme, "iyi akşamlar" dedi ve gitti.
Sabah gelince açıyor kilidi, kullanıyor daktilosunu, akşam giderken kilitliyordu.
Fotoğrafını çektik zincire vurulu daktilonun. Oturdum bir yazı yazdım. Basın özgürlüğüne zincir vurulduğundan dem vurduk ve fotoğrafı o zamanlar Güneş Gazetesi'nde Arka Pencere köşesini hazırlayan Melih Aşık'a gönderdik, Aşık bu esprili fotoğrafı yayımladı. Ertesi gün Kozanoğlu bir mektup gönderdi Melih Aşık'a. Şu satırları insanın gözlerini yaşartırdı:
"Efendim konunun asla Basın Özgürlüğü ile bir ilgisi yoktur. Bu gazeteci kılıklı adamlar kendi daktilolarını bozmuşlar, benimkine göz dikmişlerdi. Eşkiyanın elinden malını kurtarma gayreti içinde bir ruh haliyle bu zincir ve kilit yöntemine başvurdum. Yoksa daktilom kullanılamaz hale gelecekti! Bir harfe basıyordum, üç harf onunla birlikte gelip şaryoya vuruyordu. Beni anlayacağınızı umuyorum."
Melih abi gönderilen mektubu yayınlamadı. Zincire vurulan daktilo fotoğrafı ise Türk Basın Tarihi içinde yerini aldı.
KORKUTER'LE TİCARET YAPARDI
Rahmetli Özkan Korkuter ile hem çok sevişir, hem de çok çekişirdi Zeynel Kozanoğlu. Özkan Korkuter'in kendisini sıklıkla kandırdığından söz ederdi ve maddi zarara uğradığından yakınırdı. Ama işin gerçeği tam olarak böyle değildi. Nasıl mı? Anlatayım:
Kozanoğlu ile Korkuter birlikte öğle yemeğine giderlerdi. İzmir Muhtarlar Derneği Başkanı Hüseyin Sabuncuoğlu'nun Çankaya Pasajı içinde Gündüz adını taşıyan bir lokantası vardı. Çok lezzetli yemeklerin yapıldığı, oturmak için bile güçlükle yer bulduğumuz bu lokantada yerdik öğle yemeklerimizi. Pasajın içinde elektronik cihazlar satan dükkanlar vardı.
Eski Emniyet Müdürlüğü'nün karşısındaki pasajdan söz ediyorum. Korkuter bir gün önce elektronik eşya satan dükkana uğramış, o dönemde piyasaya yeni çıkan küçük el radyolarının fiyatını öğrenmişti. Birinin fiyatı 20 liraydı. Düşünün bizim 95 lira maaş aldığımız dönemde radyonun fiyatı 20 lira. Elektronik eşyalar o dönemde ateş pahasıydı. Çin seri üretime girmediği ve dünya piyasasını ele geçirmediği dönemde pahalılıktan yakınırdık ama kalite vardı. Korkuter radyoyu satan çocuğa 10 lira uzattı ve "Yarın bir on lira daha vereceğim, radyoyu alacağım" dedi. Genç, "Abi al radyoyu, yarın verirsin parayı. Biz seni tanıyoruz" dedi. Ancak Korkuter, "Yok yarın alacağım ama ben sana bu radyo kaç para diye soracağım, sen on lira diyeceksin" diye sıkı sıkı tembihledi.
Sıra Zeynel Kozanoğlu ile iddiaya girmeye gelmişti. Korkuter ile Kozanoğlu ertesi günü yemeğe birlikte çıktı. Lokantaya girmeden önce Korkuter o dükkanın vitrinine bakmaya başladı, Kozanoğlu da yanında. Korkuter, "Şu radyo en fazla on lira eder" dedi. Kozanoğlu daha önce fiyatı öğrenmişti, "Yok canım, en az 20 lira" diye yanıtladı. Korkuter, "Var mısın iddiaya 10 lira ise sen bana bu radyoyu alacaksın, 20 lira ise ben sana alacağım" dedi.
Kozanoğlu sevindi ve sessiz düşündü:
- Kesin 20 liralık bir radyo kazanacağım.
"Tamam" dedi ve "Ama sonra caymak, ağlamak, sızlamak yok" diye de ekledi.
Girdiler dükkana. O genç, "Abi hoşgeldiniz" dedi. Korkuter eline radyoyu aldı ve sordu:
- Kaç para bu radyo?
- Size 10 lira olur ağabey...
Kozanoğlu şaşırdı. Önceki gün sormuştu radyonun fiyatını, itiraz edecek oldu. Ama aklına ağlamak, sızlamak yok sözü geldi. Çıkardı 10 lirayı verdi. Korkuter radyoyu gazeteye getirdi, masasının üzerine koydu, soranlara "Zeynel'in hediyesi" dedi. Uyanıklılığı sayesinde 10 liraya radyo sahibi olmuştu.
FİLM MAKİNASINI 65 LİRAYA SATTI
Zeynel Kozanoğlu bir gün koltuğunun altında bir film makinası çıkageldi. Bir naylon torba içinde de filmler var. Masasının dibine filmleri bıraktı, sekiz milimlik film oynatıcısını da masanın üzerine koydu.
Sekiz milimlik filmlere düşkün olan Korkuter soluğu Zeynel Kozanoğlu'un yanında aldı. Az sonra aralarında pazarlık başlamıştı. Kozanoğlu "Nuh diyor Peygamber" demiyordu. Seslerini duyuyorduk, pazarlık başlamıştı:
- Ben kendim aldım 70'e, yüzden aşağı vermem.
- Yahu arkadaş 65 vereyim ver şu makinayı. Ben bir hafta sonra üstünü tamamlarım.
Korkuter sekiz milimlik filmlere düşkün arkadaşlarından toplayacağı gösteri paralarına güveniyordu. Sonunda 65 lirayı takır takır saydı Korkuter. Akşam makinayı ve filmleri yüklendi gitti. Sabah geldiğimizde film makinası Zeynel Kozanoğlu'nun masasının üzerindeydi.
- Bozukmuş kardeşim ver paramı geriye.
- Ben nereden bileyim? Hem ben sana sağlam makina demedim ki.
- Bozuk malı sattın bana.
- Ben mağaza sahibi miyim? Mal ikinci el ben nerden bileyim?
Sonunda makinayı geri aldı Kozanoğlu ama 65 lirayı geri vermedi. Denizli'den aldığı kırlent takımları, masa örtüsü, çarşaf ve battaniyeleri para karşılığı kadar Korkuter'e verdi. Özkan ağabey o akşam eşinin "Özkan çok teşekkür ederim. Nereden aklına geldi aldın bunları" diye memnun olduğu ürünleri evine götürmüştü.
Kozanoğlu radyo başta olmak üzere diğer iddialarda yitirdiği paralarını karşılamış, zararını çıkartmıştı.
Özkan Korkuter ile Zeynel Kozanoğlu'nun anıları yazmakla bitmez, günü gelince yenilerini de anlatırız.