Değerli okurlar. Yaş olarak, seksene merdiven dayayıp, son durağa oldukça yaklaştığım şu günlerde, ülkemin değil ama ülke insanımın yani biz Türklerin geleceği ile ilgili ciddi kaygılarım olduğunu itiraf etmeliyim.  Demem o ki. Ülke...

Değerli okurlar.
Yaş olarak, seksene merdiven dayayıp, son durağa oldukça yaklaştığım şu günlerde, ülkemin değil ama ülke insanımın yani biz Türklerin geleceği ile ilgili ciddi kaygılarım olduğunu itiraf etmeliyim.
Demem o ki.
Ülke coğrafya olarak her zaman yerli yerinde dururken, bu ülkede biz Türklerin konumunun ne olacağı pek belli değil gibi!
Bizi kandırmak çok kolay.
Hepimiz, belli yalan dolanların peşine sürü gibi katılıp gidiyoruz!
Basiretimiz bağlanıyor, nutkumuz tutulup, dut yemiş bülbüle dönüyoruz
Baksanıza FETO rezili herkesi kandırdı.
FETO haininin kandırdıklarından bazıları da bir sürü yalanla bizi kandırdı.
Anlayacağınız kandıran kandırana!
Osmanlı döneminde biz Türklerin ikinci, üçüncü sınıf vatandaşlık konumunda olduğu bir gerçek.
Bugün de, Türklüğün tartışılır hale gelmesi bir yana, biz Türkler ötelenmeye başlandık.
İşin çok daha çarpıcı yanı ise.
Milliyetçilik, özellikle de Türk Milliyetçiliği iddiasıyla ortalıkta yiğitlenip duranların, Türk İslam Sentezi saçmalığındaki Türklüğü bir kenara itip, salt İslamcılığa yelken açanlara destek verip onların bayraktarlığını yapmalarını aklım almıyor.
Ama gene de, Türk Milliyetçiliğini, parti fanatizminden uzak bir biçimde, dava haline getirmiş, bilinçli ve de salt ülkesini ve ülke insanını düşünen gerçek milliyetçiler var.
Çok şükür bunlar, davadan dönmüş bir siyasi yapılanmadan ayrılarak, bireysel olarak davalarına sahip çıkma akılcılığını ve gerçekçiliğini gösterebiliyorlar.
İdeolojilerimiz ve siyasi görüşlerimiz farklı olsa da, onlara en derin sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Rahmetli Türkeş, “Davadan döneni vurun, ben dönersem beni de vurun” demişti.
Rahmetlinin iki oğlu ile, sevgili eşi mevcut siyasi yapıdan ayrıldıklarına göre, bunlar davadan değil, bu yapı davadan dönmüş demektir!
Bu anlayışla, mevcut yapıyı acımasızca eleştirme gerçekçiliğini gösteren bir iki gerçek milliyetçilerin isimlerini vermek istiyorum. Bunlardan, Alanya’da önde gelenleri, daha doğrusu benim yakından tanıdıklarım.
Yaşamları boyunca, kimsenin milliyetçiliklerinden en küçük bir kuşku duymayacağı eski MHP İlçe Başkanı sayın Celal Odabaş ile emekli tarih öğretmeni sayın Halil Yiğit hocamızla, Kastamonu’dan, değerli eğitimci sayın Ahmet Rıfat Güzey’i örnek gösterebilirim.
Milliyetçilik, özünde yakınını sevmektir.
Ben de futbolcu iken sağ açıkta, siyasette ise, sol kanatta yıllarca top oynamış biri olarak, geçmişte milliyetçiler bize ne kadar düşman olmuşsa da, biz de özünde yakınımızı sevdiğimizden gerçek milliyetçilerdeniz.
Yazının başlarında Türk-İslam Sentezi saçmalığı derken, bir gerçeğin altını çizmek istedim.
Türklük (etnik yapı) insanın doğasından yani genlerinden gelir.
İnançlar ise sonradan edinilir.
İslam ise milliyetçiliği kökten reddederek ümmetçiliği savunur.
Yani.
Milliyetçilikle ümmetçilik taban tabana zıt iki ayrı ideolojidir.
Bunların sentezi mentezi olmaz.
Bu yaklaşım, her iki tarafa sempati duyanları yanlarına çekmek isteyen uyanıkların bir aldatmacasından başka bir şey değildir.
Özetlersek.
Bir davaya inanıyor ve inandığımız davayı temsil eden bir siyasi yapıya odaklanmak kadar doğal bir şey olamaz.
Ama bir yapı davadan tamamen kopmuş bambaşka davalara yamanmaya başlamışsa o yapıdan kopmak, gerçek dava adamlarının işidir.
Bugün CHP'deki kimi aktörlerin bile, oy kaygısına dayalı olarak, dün karşı çıkılan argümanları kullanmaya, kimi davranışları sergilemeye başladıklarını üzülerek izlemekteyiz!
Maalesef CHP’de de, MHP’deki gibi, kimi fanatik particiler inançlarını ve davalarını particilik adına görmezden gelebiliyorlar!