YÜREĞİMİZİN yarısını içimizde taşırız, yarısı türkülerde can bulur, türkülerle başka yüreklere dokunur. Türküler; yürek yarasıdır, yüreklerin aynasıdır. Ve türküler, bu toprağın rengi ve sesidir. Türküler giderse sesimiz...
YÜREĞİMİZİN
yarısını içimizde taşırız, yarısı türkülerde can bulur, türkülerle başka
yüreklere dokunur.
Türküler; yürek yarasıdır, yüreklerin aynasıdır. Ve türküler, bu toprağın rengi ve sesidir.
Türküler giderse sesimiz kısılır, türküler olmazsa yar sesimizi duymaz olur. Türküler olmazsa gönül yaramızı yâre kim duyurur?
Edip Cansever “Umudu dürt, umutsuzluğu yatıştır” diyor. Türküler bütün hüzünlerine, yüreklerimizi burkup bizi ağlatmalarına rağmen umudumuzu dürtüp umutsuzluğa set çekerler. Türkü dinler ağlarız, türkü söyler ağlarız ama gözyaşlarımız umudu yeşerten sudur. Çünkü ağlamak yaşadığını fark etmek, hayata yeniden ve yeni umutlarla bağlanmaktır. Türküler bizi ağlatırlar ama bir o kadar da yaşatırlar.
Neredeyse hepimizin hayatı türkülerden geçer, türküler ve onların hikâyeleri hepimizin içinden geçer. Ve içimizden ne zaman bir türkü geçse, kulağımıza ne zaman bir türkü çalınsa yüreğimiz sızlar. Bu yürek sızısı, Anadolu’nun bir ucundan diğer ucuna en ortak sızımızdır. O yüzden hepimiz “allı turna”nın gittiği yerleri düşünür ağlar, o yerleri bizim eller biliriz. Ve biliriz ki türküler bizim elleri terk ederse o yerler yaban ellere dönüşür. Çünkü türkülerden yüreğimizde kalanlardır coğrafyayı vatan, haneyi yuva yapan.
“Erzurum dağları kar ile boran “olsa da ne gam. Kar ile boranın soğuğu ısınır türkülerle.
Savaşların en şiddetli anlarında bile yanık türküler duyulur mevzilerden. Sevdiklerimiz bizi terk ettiğinde dualar ağıtlara karışır hanelerimizde ve biz de onları türkülerle hatırlar, onlar için türkülerle ağlarız. Öfkelerimiz, kinlerimiz bile türkülerle dile gelir. Sevdiğimize beddua edebilmenin tek yolu türküdür “Beni unutursan/doyma yaşına /ağla gözyaşını/sil melül melül” deriz. İçimiz sızlar, yüreğimiz kanar ama biz yine de söyleriz bu türküyü. Başka türlü yare sitem etmenin imkanı yoktur. Yani türküler çaredir çaresizliğimize, halimizi izah etmenin tek yoludur yâre.
Âşık Veysel “Türk’üz türkü çağırırız “diyor, Bedri Rahmi ise “Zifiri karanlıkta gelse /tanırım türkülerin hasını” Evet, zifiri karanlıklarda türküler söyleriz, aydınlanır yüreğimiz; zifiri karanlıklarda tanırız türküleri. Çünkü onlar bizdendir ve dahi bizedir. Türküler bizi terk ederse ıssız koyaklarda bir başımıza, insan sıcağında yapayalnız kalırız. Türküler olmazsa “Taş kentlerde “üşürüz, çığlıklarımız menzillerine ulaşmaz menziller uzağımıza düşer.
Türküler en insan tarafımızdan söz eder, en insan tarafımıza seslenir. Bu yüzdendir çoğunun bizi ağlatması. Türküleri uzaklara sürgün eden ve ağlamayı yüzsüzlük sayan insanlar kahkahalar atarlar tüm gün ama mutsuzdurlar. Çünkü ağlamayı unutanın, türkülere yürek kapısını kapatanın kahkahası mutsuzluk çığlığıdır. Bizi ağlatan türküler, türkü mırıldandığımızda ağlayanlar varsa hayatımızda hayatımız bir türkü tadındadır. Eğer yoksa vay halimize. “Taş kent”lere mahkûm, taş yüreklere mecburuz demektir.
Türküler ah türküler ve ben şu türküyü mırıldanarak dolaştım tüm gün tüm/etek sarı sen etekten sarısan/kurban olam bey dağının karısan/sordum soruşturdum sen kimin yarısan.