Bir gün aynaya bir bakarsınız ve yaşlandığınızı görürsünüz. İradeniz kuvvetli ise bunu normal karşılar, ufak bir üzüntü etkisi ile savuşturursunuz. Bu durumu zaten yıllardır biliyor ve bunun yaşamın kanunu olduğunu biliyorsunuz, ölüm...

Bir gün aynaya bir bakarsınız ve yaşlandığınızı görürsünüz. İradeniz kuvvetli ise bunu normal karşılar, ufak bir üzüntü etkisi ile savuşturursunuz. Bu durumu zaten yıllardır biliyor ve bunun yaşamın kanunu olduğunu biliyorsunuz, ölüm gibi. Ne yapsak çaresi ve dönüşü yok. Giden geri gelmiyor. Gidenlerin acısı içinize çöker. Bazı acılar yıllarca sürer. Büyük bir özlem duyar bol bol gözyaşı dökersiniz. Bazıları da yaz yağmuru gibi gelip geçer. Sevdiklerinizden, ailenizden çocuklarınızdan, eşinizden dostunuzdan ayrılmak kolay değil. Ölüm, genç yaşlı demez oldu. Kazalar, cinayetler, hastalıklar, bombalar, çökmeler, yediğimiz içtiğimiz belli değil. Bazı haddinden fazla hormonlu sebzeler, zararlı boya ve yağlar, bazı katkılı ekmekler... Hangi birini sayalım.
Ya çektiğimiz para sıkıntısı. Aldığınız para yeterli değil. Memursunuz ev, kira, çocuklara birçok şey lazım... Taşıt, su, elektrik... Kıyafetleriniz yıpranmış, siz idare ediyorsunuz ama çocuklar okula bu eskimiş kıyafetle gitmek istemiyor. Evde sorunlar oluyor. Evde yalnız anne var, baba işte. Sorunlarla anneler boğuşuyor. Zaten maaş ne kadar ki bu pahalılıkta. Dünya neden birden bire böyle oldu?
İnsanoğlunun psikolojisi bozuldu. Para ve mevki hırsı aldı başını gitti. Bir tek ekmek parasına muhtaç olan insanlar gördüm bu hayatta. 'İş istiyoruz, hırsızlık yapmak istemiyoruz' diyorlardı. Bazı kişiler de çok varlıklı ama kimseye faydalı değil. Oysa kim ne götürmüş ki bu dünyadan yaptığı iyiliklerden başka.
Mevki için birbirimizi karalamayalım. Şu kısacık yaşamda el ele tutuşup kardeşçe kucaklaşalım. 'Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için' deme zamanı gelmedi mi? Yazımı Cahit Sıtkı Tarancı’nın bir şiiriyle bitiriyorum.

OTUZ BEŞ YAŞ
Yaş otuz beş, yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim,
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız,
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir,
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı, nar kırmızı, sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.