BİR halk oylaması süreci daha biterken; adaletsizliğin, haksızlığın, sorumsuzluğun, aptallığın, zorbalığın sular seller gibi aktığı ülkemizde; inancın, bilginin, cesaretin, vatanseverliğin, demokratlığın ve özgürlüğün kahramanlarını...

BİR

halk oylaması süreci daha biterken; adaletsizliğin, haksızlığın, sorumsuzluğun, aptallığın, zorbalığın sular seller gibi aktığı ülkemizde; inancın, bilginin, cesaretin, vatanseverliğin, demokratlığın ve özgürlüğün kahramanlarını da gördük.
Kahramanlarımıza selam olsun!
Demokrasi tarihimizde 1946 seçimleri için ''açık oy gizli tasnif'' tanımlamasıyla kara bir leke olduğu genel kabul görmüşken, 2017 halk oylaması için de ''sonsuz engelli bayrak yarışı'' tanımlaması yapılacağından endişe etmekteyiz.
Avustralya geçmiş yüzyıllarda İngiliz'lerin açık cezaeviydi.
Azılı katiller, azılı hırsızlar, topluma zararlı kişiler ve elbette siyasi suçlular Avustralya'ya gönderilir, yerleşim olmayan geniş topraklarda kaderleriyle baş başa bırakılırdı.
Ancak kapalı hapishaneleri de vardı ve buralar birer işkence merkezleriydi.
İnsan hayatının dayanamayacağı kadar ağır işkencelere karşın yine de hayatta kalmayı başaranlar olursa onları yok etmek için özel bir metot geliştirmişlerdi.
Hapishanenin çatısında 3 metre aralıkla yapılmış iki kule vardı.
Bütün işkencelerden kurtulmuş ve halen ayakta kalacak kadar güçlü mahpusların sırtlarına dolu birer arpa çuvalı yükletilir, kulenin tepesine kadar çıkmaları istenir ve bir kuleden diğer kuleye atlamaları emredilirdi.
En gücü (doğal olarak) bunu başaran hiç kimse çıkamazdı.
Bugün yaşadıklarımız, bir tek istisna ile, tıpkı buna benziyor.
Türk milleti kuleden kuleye atlamayı başarmıştır!
Anayasa değişikliği için yaşadığımız bu süreçte değişikliklerin ne olduğunu değil, fakat kimlerin 'Evet', kimlerin 'Hayır' dediğini tartıştılar, işin özünü bilerek ve isteyerek gizlediler.
Başımıza örülen çorapların gizlenmesi için ne gerekiyorsa yaptılar.
Bir milletin geleceğini ilgilendiren bu denli önemli değişikliklerin anlatılmasını ve anlaşılmasını kolaylaştırmak yerine öfke nöbetleriyle etrafa saldırmayı, aşağılamayı, hakaretler yapmayı, suçlamayı, korkutmayı, ayrıştırmayı ve sindirmeyi seçtiler.
Bu süreçte halkı aydınlatarak özgür iradeleriyle seçim yapmalarını sağlamayı ve sonuca saygı duymayı değil, sandıktan 'Evet' sonucunu çıkarmak için yasal ve yasadışı bütün kamu kaynaklarını seferber ettiler.
TRT'nin muktedirin özel yayın organı olması yetmedi, iki kanal hariç bütün özel televizyon kanallarını muktedirin zorunlu birer yayın aracı haline getirdiler.
Özgür iradelerini ifade eden basın çalışanlarını derhal işten attılar.
YSK'nın düzenlediği seçim süreci kuralları iptal edilerek neredeyse 24 saat milletin beynini hipnotize ettiler.
Basın dünyası renkli birer magazin seviyesine düştü, özgür basın sizlere ömür.
Ne ifade, ne de basın özgürlüğümüz kaldı.
Vatandaşlarımız korku imparatorluğunda yaşar oldular.
Kamu çalışanları, bir hiyerarşi zinciri içinde muktedirin üyesi konumuna sokuldular, parti toplantılarına katılmaları sadece emredilmedi, yoklama yapanları bile oldu.
Bazı il müftüleri partizanlıkta ve din duygularımızı siyaset uğruna harcamada belediyeleri ve eğitim bakanlığının müdürlerini bile geçtiler.
Cami imamlarından parti adına cemaati yönlendirenler kadar, parti çalışması için camilerden elektrik kullananları da gördük.
Lise binalarına 'Evet' afişi asmaktan hiç arlanmadılar ve 'sınav stresi için eğitim verilecek' diye kandırılan lise öğrencilerine 'Evet' propagandası yapmayı marifet bildiler.
Ülkede yasaların uygulanmasından, huzurun ve barışın sağlanmasından sorumlu olanlar görevlerini yerine getirmeyi değil, muhalif sesleri yok etmeyi, onların konuşmalarını engellemeyi, toplantılarını sabote etmeyi seçtiler.
İzinli toplantılarını gerekçesiz iptal ettiler.
Bütün engellemelere karşın yine de toplananlara zorbaca saldırarak insanları korkutacaklarını ve yıldıracaklarını düşündüler.
Silaha tevessül edenler oldu, saldırganları yakalamak ve yargılamak yerine ödüllendirmeyi marifet bildiler.
Kazanmak uğruna her şeyi göze alanlar, her değerimizi harcayanlar dinden çıkma pahasına, bile bile yalanlar söylediler.
16 Nisan'da 'Evet' çıkacağına dair 'hadis' olduğunu bile uşgarttılar. (Yalanını söylediler.)
"Hepiniz toplansanız 'Hayır' çıkmayacak. Bir hadis var. 16 Nisan'ın nasıl zaferle çıkacağını..."
Bir Müslüman bunu ne düşünebilir, ne de söyleyebilir.
Bunu söyleyen biri de ne Müslüman olabilir, ne de O'na karşı tepkisiz kalınabilir.
'Evet' aşıkları içinse sorun yapılmaz, varsın dinime inancıma aykırı olsun.
Bütün bunlar ve daha fazlası milletimizin yiğit direnişini ve cesur duruşunu engelleyemedi, zalime boyun eğmektense özgürce var olacaklarını haykırdılar.
Halkın iradesini öğrenmek ve saygı duymak yerine halkı baskı ve korkutmayla da olsa yine de elde edemeyenler açıkça rüşvete yöneldiler.
Kamu kaynaklarını bol keseden dağıtmak yetmedi, utanç verici, takım elbise sözü bile verdiler.
Son bir çırpınışla, şimdiye kadar önemsemedikleri, sanki varlığından haberdar olmadıkları köy muhtarlarının ve köy korucularının sorunlarını hatırlayıverdiler, 23 bin Bağ-Kur'lu muhtarın primleri ile 55 bin köy korucusunun 4/a emeklilik sistemi primlerini İçişleri Bakanlığı bütçesinden karşılama sözü verdiler.
Bütün bunları yapanların unuttukları şey şudur.
Biz kimin, kime neyin nasıl ve niçin atıldığını iyi biliriz.
16 Nisan gününü tarih şöyle not edecektir: "Türk milleti zulme boyun eğmedi, 'Hayır' diyerek özgürlüğü ve demokrasiyi seçti. Yaşa, var ol Türkiye, çok yaşa cumhuriyet!"