Alanya Belediyesi Başkan Yardımcısı Abdullah Akbaş…
Alanya’yı dilinden düşürmeyen bir Alanya sevdalısı…
Onu tanımayanlara onu anlatırken; “adamlığın ve vefa duygusunun ete kemiğe bürünmüş halidir” betimlemesiyle anlatmaya başlarım.
Sonraki tanıtım tümcem de “Tanrı’nın, hiç durmadan çalışsın, sürekli üretsin diye yarattığı bir kuludur…” olur.
Boş zamanı hiç yoktur.
Öğle tatillerinde bile çalışır.
Güçlü bir gözlemci, güçlü bir araştırmacı, güçlü bir kalemdir.
Alanya’nın ayaklı tarihi ve tarihçisidir.
En yakın dostları da kendisi gibi Alanya bilgeleridir.
Yaşayan, yaşamayan tüm Alanya Bilgeleriyle haşır neşirdir.
… …
Geçtiğimiz hafta, boş zamanıdır rahatça söyleşiriz diye öğlen tatilinde ziyaretine gittim.
Ne mümkün!
Yemeğe de çıkmamış, oturmuş bilgisayarının başına, yine bir şeyler yazıyor.
Çalışma düzenini bozmamak için sessiz sedasız tam çıkıyordum ki, gördü beni.
Her zamanki beyefendi tavrıyla, çalışmayı bırakıp, ayağa kalkınca girmek, oturmak zorunda kaldım.
Söyleşmeye başladık.
Konu konuyu açtı; söyleşimiz, Falih Rıfkı Atay’a “Alanya’yı görmeden ölmemeli dedirten yıllara” geldi.
1950’li yıllardan başladık, günümüz Betonya’sına (pardon) Alanya’sına geldik!
Kim veya kimlerin, hangi zihniyetin, hangi mantığın Alanya’yı, Betonya yaptığını tartıştık uzun uzun...
Rumların mübadele öncesinden kalan Rum evlerini, o evlerden halen ayakta kalabilenlerini ve o tarihi evlerin doğal dokusunu bozmadan günümüze dek taşıyan günümüzdeki ev sahiplerini şükranla anıp, saygıyla yad ettik.
Konu buraya gelince Sayın Akbaş’a;
“…Siz Alanya’nın geçmişini bilen, araştıran bir Alanyalısınız. Yüzyıllarca Alanya’da omuz omuza, can cana, kardeşçe yaşadığımız, ancak 1922’li yıllarda gereksiz bir “mübadele mantığıyla” göçe zorlanan, Türkçe konuşan, Türk’çe düşünen, bir Türk’ten çok daha fazla Türk olan Rum Kardeşlerimiz; aramızdan hiç ayrılmasalardı, acaba onlar demokratik haklarını kullanıp;
‘... Yahu ne halt ediyorsunuz, böyle imar, böyle kentleşme, böyle turizm mi olur?...’ diye diklenip, Alanya’nın makus talihini değiştirebilirler miydi?...” dedim.
Bulunduğu görev, işgal ettiği makam gereği sessiz kaldı.
Kendi sorumu, kendim yanıtlamak durumunda kaldım.
* * *
Kırk beş yıllık Alanya yaşayanıyım.
Bu süre içinde yaşlı, genç, ilgili ilgisiz, umarlı umarsız pek çok Alanya yaşayanını tanıdım.
Onlarla Alanya üzerine söyleştim.
Kurucularından olduğum Alanya Lions Kulübü aracılığıyla, Alanya’dan göç etmek durumunda bırakılan Alanyalı Rumların, Alanya’ya davet edilmesine öncü olanlardan biri oldum.
Onlarla tanışıp, onlarla Alanya üzerine söyleştim.
Alanya’yı bilen konuk yaşlı Rumların içinde, “Dünya Harikası Alanya’ya ne yapmışsınız böyle! Güzelim Alanya’yı Betonya’ya çevirmişsiniz…”diyenler oldu.
Onların bu suçlamalarına karşı verilebilecek bir yanıt bulamadığımız için “…Olur mu, Alanya Kalesini bakın nasıl koruduk!” dediğimizi;
Onların da “… Hiç kusura bakmayın ama Kale’yi de berbat etmişsiniz…” dediklerini anlattım.
Daha sonra da sordum,
Acaba Alanyalı Rumlar, göçe zorlanmasalardı; Alanya’nın, Betonya olmasını kısmen de olsa engelleyebilirler miydi?
Yoksa Alanya halkının üzerine serpilmiş, “ölü toprağı” onların üzerine de sıçrar, onlar da bizim gibi olana bitene göz yumar, ilgisiz ve duyarsız kalır mıydı?...
??!!...
Bulunduğu görev, işgal ettiği makam gereği yine sessiz kalmayı yeğledi.
Israr etmedim.
Kendi sorumu yine kendim yanıtlamak durumunda kaldım.
… …
“…Kalsalardı, biz göçer ruhlu Türklere, çok şeyler öğretir, çok şeyler verirlerdi, bence...
Çünkü onlar, biz Türk’lerden yüzyıllar önce yerleşik düzene geçmiş; yerleşik düzenin nimetlerinin bilincine varmış, sanatkâr ruhlu, zevk sahibi insanlardı.
O nedenle Rum kardeşlerimiz; bu katliama seyirci kalmaz, tam aksine bu katliamı engellerdi...
Kosta’lar gitmemeliydi... aramızdan ayrılmamalıydı... gitmelerine izin vermemeliydik...” dedim.
… …
Önündeki sümenin içinde bir şeyler arar gibi yaptı.
Baktım ki suskun kalmayı yeğleyecek, ayağa kalkıp, ayrılmak için izin istedim.