BİR sefer hazırlığı yapan padişahlar gibi hazırlanırdı dedem keklik avına. Sonra da telkari sözcükler ve ipek yumuşaklığında cümlelerle anlatırdı bitmez av hikayelerini. Çünkü o, onca yoksulluğuna rağmen, bir padişah görkemiyle ve...
BİR
sefer hazırlığı yapan padişahlar gibi hazırlanırdı dedem keklik avına.
Sonra da telkari sözcükler ve
ipek yumuşaklığında cümlelerle anlatırdı bitmez av hikayelerini.
Çünkü o, onca yoksulluğuna rağmen,
bir padişah görkemiyle ve törenselliğiyle yaşar ve bir bir meddah ustalığıyla anlatırdı hayatı....
Kimsenin, kimsenin yoksulluğunu fark etmediği yoksulluklar çağında yaşamıştı dedem.
İnsanları yoksulluklarından vurmak
ve mutsuzluğu yoksulluğa yormak henüz icat edilmemişti.
Her yoksulun bir zenginliği vardı ve
yoksulluğun dinginliği hakimdi hayata o zamanlar...
Dedemin zenginliği, dolma tüfeği, ince işlemeli keklik kafesi ve hepsinin toplamından oluşan hikayesiydi..
Yoksulluğu kadar kocaman bir gövdesi vardı
ve sanırım bu yüzden "GOCA AHMAT" derlerdi ona.
Gerçi o zamanlar bütün çocuklar dedelerinin gölgesinde büyürdü ve bütün dedeler çocukların gözünde kocaman olurdu.
Ama benim dedem devler ülkesinde padişahtı.
Yoksa, denizde onca balık, dağlarda onca keklik, onu görünce hemen teslim olur;
onca sözcük, hiç itiraz etmeden gelip dedemin hikayesinde salına salına boy gösterir miydi?
Keklikler padişahıydı,
Balıklar şahıydı, alakarlı dağların efesiydi...
Bir keklik ötüşü, acı kekik kokusu
ve her daim gurbetteymiş duygusu veren bir kocaman hikayeydi benim GOCA AHMAT DEDEM.