Alanyalı kadınlar, 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü belli bir slogan etrafında kutlamayı düşünmüş, Kent Konseyi liderliğinde 'erkek şiddetini” yeren bir etkinlik planlamışlar. Çalışan kadınların da yer alacağı gösteride şiddetin...
Alanyalı kadınlar, 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü belli bir slogan etrafında kutlamayı düşünmüş, Kent Konseyi liderliğinde “erkek şiddetini” yeren bir etkinlik planlamışlar. Çalışan kadınların da yer alacağı gösteride şiddetin fiziksel olanının yerileceği anlaşılıyor… Oysa ben kadına yönelik, zaman zaman şiddet dozuna da ulaşan “sosyolojik baskının” öne çıkartılmasının daha önemli olduğunu düşünüyorum.Türkiye’yi bilemem ama erkeğe göre “dizayn edilmiş” Alanya’da kadın, şiddet diye tanımlanmasa bile, sürekli erkeğin baskısı altındadır… Acı olanı, baskının dozu ve niteliğinin eğitim, gelir düzeyi ve toplumsal sınıfın hangi katmanında yer aldığına göre değişiklik göstermemesidir.Erkek, yalnızca erkek olduğu için ona ailesi ve çevresince bahşedilen(!) korunaklı bölgeye, egosunu büyütüp tatmin ettiği egemenlik alanına bir karar verici olarak sızan kadından, o eşi bile olsa hoşlanmaz… Bir diğeri toplumdaki ezikliğinin acısını elinin altındaki kadınından çıkarır… Ya da kendisini sayılır, güvenilir bir birey yapacak gelişimi tamamlamamıştır; eksikliğini kadına ödetir.Erkek baskısının dayandırıldığı en kötü gerekçe “toplumsal düzen” adına dayatılandır. Erkeğin, binyıllar boyunca hemcinsleriyle oturup, kendi rahatı için uydurduğu, kurallarını belirlediği tezgah! bariyerlerin aşılmaması için dinin çokça kullanıldığı, dogmatik öğelerle güçlendirilmiş güvenli alan… Ancak, üretimden gelen gücün kadını özgür bir birey yapabilmesi ve erkeğe karşı koyabilmesiyle etkisinden sıyrılabilen karabasan…Erkek, o güvenli alanda rahat at oynatabilmek için kadını hep kısıtlar. Karısını kendi belirlediği alana (belki de bir villaya, Mercedes’e!) hapsetmişken, erkek erkeğe gittiği kokteyllerde başka kadınlarla sohbetten kaçınmaz… Açılış törenlerinde adet haline getirdiği dua törenlerinde, frapan diye tanımladığı kadınlarla yan yana durmaktan çekinmez… Ama aynı kadını, annesinin cenaze merasimine sokmaz... Eşinin çalışmasına izin vermez; iş yerinde onun benzeri kadınlara yer verir… Çok sıkıştığında, yine tanımını kendisini yaptığı “ahlak” devreye girer… Buradaki trajik çelişki, kadının üstündeki baskının farkında olmayışı ya da bunu kanıksıyor olmasıdır. Hele bir de kadın kendi yaşamını kazanmıyorsa, erkeğe her anlamda muhtaçsa o zaman kabulleniş, baş eğiş hızlanır…Beri yandan erkek, ikircikli bir davranışla, toplum kurallarına dayanarak mahreminde baskı altında tuttuğu kadınının aksine, başka kadınları öne çıkararak kullanır! Bu, “dostlar alışverişte görsün” şeklindeki kullanım, yoğunlukla siyaset alanındadır. Günümüzün muktedir siyasetçisi, hiçbir zaman karar alma sürecine katmayacağı kadını vitrine sürer. Kadın, toplumda yer alıyor olabilmenin verdiği coşkuyla bir “etkisiz eleman” olduğunun farkına bile varmaz. Siyasetçinin belirlediği vaaz çerçevesinde konuşur, düşünür, destekler; hem de ne yazık ki bir erkek edasıyla!* * *İsterdim ki 8 Martlarda kadınlar ayrı platformlarda sloganlar atmasınlar… Dinciler, basının karşısına çıkıp ne denli özgür olduklarını, erkeğin onun üstüne sarıp sarmaladığı giysiler içinde kanıtlamaya çalışmasınlar… Daha uygar görünümlüler baskı, şiddet gördüğünün farkında bile olmayan halk katmanlarıyla organik ilişki içinde olsalar… Erkeğin uyguladığı fiziksel şiddete karşı çıkarken, onları ikinci sınıf insan yapan baskılar konusunda da bilinçlendirseler… Ki evin temel direği olan, gelecek nesilleri yetiştirmede asıl söz sahibi olan kadın, erkeğin de bu toplumsal baskıdan kurtulmasını sağlasın... Sahi, erkeği özgürleştireceği için mi kadından bu denli korkuyorlar dersiniz?