Senin ben… Sözlükte, 'Tik”; irade dışı, gayri ihtiyari ve ani olarak ortaya çıkan ve belli özellikleriyle tarif edilen herhangi bir maksada hizmet etmeyen adale kasılmalarına verilen ad olarak tanımlanıyor. Nedenleri, tedavisi gibi konuyu...

Senin ben…

Sözlükte, “Tik”; irade dışı, gayri ihtiyari ve ani olarak ortaya çıkan ve belli özellikleriyle tarif edilen herhangi bir maksada hizmet etmeyen adale kasılmalarına verilen ad olarak tanımlanıyor.
Nedenleri, tedavisi gibi konuyu derinleştirmek istemem. Çünkü uzmanlık alanım değil, ahkam kesmem. Bu konuda ayrıntılı bilgi sahibi olmak isteyen tıp kitaplarına, bilim adamlarına hatta Google üzerinden derin araştırmalara girebilir.
Gazetecilik yaşamımda pek çok tikli meslektaşımla çalıştım.
Bazılarının tikleri pek anlaşılmaz ve komik değildi. Ama bazılarının ki hem komik hem de başına iş açacak cinsten, ağır cezaya kadar adamı taşıyacak tiklerdi.
GÖZ ATAN GAZETECİ
Bu gazeteci ağabeyimizi saygıyla anıyorum. Şimdilerde yaşı ilerlemiş ve İstanbul’da eşi ile birlikte yaşayan bu ağabeyimizin adını vermeyeceğim. Çünkü adının yazılmasını istemedi.
Bu ağabeyimizin tiki heyecanlandığı veya yorulduğu zaman artardı. Gazetenin haber toplantısı sırasında atlatma ve güzel bir haber geldiği zaman sol gözünü kırpar, gülümserdi.
Derdi sol gözünün kendi iradesi dışında kırpılmasaydı.
Aynı tikin bir benzeri rahmetli Bülent Ecevit’de de vardı. Ama arada bir fark vardı, Ecevit gözünü kırpar gülümsemezdi. Bizim ağabeyimiz sol gözünü kırptıktan sonra gülümserdi.
Yani kimseye zararlı olmayan sevimli, sempatik bir tiki vardı.
Gazeteci ağabeyimiz bu tikinin çok işe yaradığını, pek çok güzel hanımefendi ile bu sayede tanıştığını anlatır gülerdi:
“Bir gün büyük bir kuruluşun kokteylindeyim. Elimde şarap bir yudum içiyor, etrafa bakıyorum. Bir baktım karşımda mavi elbiseli çok güzel bir kadın. Heyecanlandım. Heyecanlanınca sol gözüm otomatik devreye girdi. Gayrı ihtiyari gülümsedim. Genç kadın da gülümsedi. Benim sol gözü ve ağzımı tutmam artık ne mümkün… Kadın dayanamadı, yanıma geldi. Aramızda şöyle bir konuşma geçti:
- Beyefendi artık gözünüzü kırpmayı ve gülümsemeyi bırakın, çevreden anlayacaklar bana olan ilginizi.
- Şey hanımefendi ben… Aslında…
- Anlıyorum. Çekingensiniz ama inanın bende sizden çok hoşlandım. İsterseniz yarım saat sonra çıkışta buluşalım.
Ayaklarım titriyor, sol gözüm trafik lambası gibi yanıp sönmeye başladı.
- Peki hanımefendi, siz nasıl isterseniz.
Bundan sonrasını anlatmama gerek yok sanırım. Güzel bir geceyi geride bıraktık.”
Gazeteci ağabeyimiz pek çok hanım ve erkek arkadaşı ile sol gözü sayesinde tanışmış ve arkadaş olmuş. Ancak sol gözü yüzünden birkaç kez dayak yemiş ve karakolluk da olmuş.
ADAM ANLAYIŞSIZ ÇIKTI
Bir gün yorgun, argın işten çıkmış, son otobüse yetişmiş. Öylesine yorgun ki sol göz devrede. Boş ve tek kişilik yere atmış kendini. İki durak sonrası bir genç karı koca binmişler otobüse. Gelmişler bizimkinin tam karşısına oturmuşlar.
Ağabeyimiz tikinin farkında. Açmış gazeteyi okuyor gibi yapıyormuş. Bir ara kaldırmış başını. Kadınla göz göze gelmişler. Bizimki çakmış gözünü, gülümsemiş. Adam iki eli ile tutmuş ağabeyimizin yakasından, ayağa doğru kaldırmış, “Ne oluyor ulenn” diye bağırmış.
Ağabeyimiz, “Yok bir şey. Benim gözümde tik var” dese de karşısındaki, “Başlarım ulen senin tikine” diye girişmiş. Sonunda otobüs karakolda almış soluğu. Karşılıklı şikayet sonunda olay tatlıya bağlanmış.
Ağabeyimiz o geceyi anlatırken, “Yaşadığım sıkıntılardan biriydi” diyor ve ardından ekliyor:
- Adam benim göz kırpmamdan ziyade karısının da gülümsemesine sinirlendi, herhalde.
İZMİR’DE İŞLER “BİT”Tİ
Bu “Bit” sözcüğü yüzünden insanın ağzını bozması ve anne başta olmak üzere kişinin tüm yakınlarının halini hatırını sorması mümkün mü? Mümkün…
Başka zaman olsa insan anası başta olmak üzere yakınlarına küfreden kişinin ağzını burnunu kırmaz mı?
Kırar…
Ama biz kakır kakır gülmekle karşılıyoruz bu küfürleri. Çünkü küfreden arkadaşımızın öyle bir art niyeti yok.
İzmir’de “Bit” ile derdi olan iki gazeteci arkadaşım var. Biri teknik bölümde uzun yıllar çalıştı. Güneş Gazetesi’nin montaj bölümündeydi. Diğeri ise polis muhabirliğinde efsaneleşmiş, şimdi bir gazetemizin Ege Bölge Temsilciliği’ni üstlenmiş bir isim.
İkisinin de ortak noktası; içinde “bit” hecesinin geçtiği her cümlede suratlarını ekşiltip, ağız dolusu küfrediyorlar. Örnek isterseniz hemen vereyim:
- Nasılsın dostum? İşlerini bitirdin mi?
- Senin ben ananı…
Küfür yememek için aynı soruyu şu şekilde sormanız gerekir. O zaman sorun yok. Örneğin:
- Nasılsın dostum? İşlerinin tamamladın mı?
- Sağol arkadaşım. İşlerim tamamdır, gidebiliriz.
Bit ile ilgili sorunu olan iki gazeteciden temsilci olanın adını açıklamayacağım. Bilenler zaten iyi bilir kim olduğunu. Ancak görevini etkin olarak sürdüren bu ağabeyimizin adını açıklarsak bilmeyenler de öğrenir ve kendisi sıkıntı yaşar, diye düşünüyorum.
Diğer arkadaşımın adı ise Mustafa Akyaka. Nam-ı diğer “Bit Mustafa.”
NE YAPARSAN ONU YAPAR
Bit Mustafa ile anılarımız o kadar çok ki. Hangisini anlatsam, yazılmaya değer. Mustafa’nın bir özelliği de şudur: Karşısına geçip yüksek sesle “Mustafa” diye bağırdın mı o komutu alır.
Gazete baskıya yetişecek, millet harıl harıl çalışıyor. Geç Mustafa’nın karşısına seslen, “Mustafa”… Sonra kaldır ellerini şakır şakır oyna. Sen duruncaya kadar seninle birlikte oynar Mustafa. Hem küfreder, hem güler hem de oynar. Sen duruncaya kadar oynar. İki saat, üç saat fark etmez.
Bir gün Güneş gazetesinin yeni taşındığı binadayız. Şu anda Türkiye gazetesinin ana binası. Mustafa montaj yapıyor, seslendim, “Mustafa”. Komutu almıştı. Teknik servisin dar alanında koşmaya başladım, o da koşuyor. Hafif hafif ısındık, koşarak merdivenlerden sokağa. Kaldırımlardan koştuk, doğruca fuara…
Ne yaptığımızı merak eden arkadaşlarımız da arkamızda. Mustafa hem koşuyor hem “Dur ulenn” diye küfrediyor. Önde ben, birkaç adım arkamda Mustafa. Onun arkasında beş on kişi. Hem gülüyor, hem koşuyoruz. O zamanlar fuarda tartan pist yok ama koşu yolu var. Koşuyoruz. Spor yapanların şaşkın bakışları arasında bir uzun boylu adam önde, arkasında küfrederek koşan bir zayıf adam, onun arkasında ise gülerek koşan 7-8 kişi.
Fuarı neredeyse tam tur attık, soluk soluğa girdik gazeteye… Bir de baktık kapıda Nahit Duru bekliyor. Teknik servise inmiş, bakmış bomboş. İşler yetişecek, kimse yok.
Usulca yanaştım yanına, “Ağabey ne olur kızma. Bütün kabahat bende” dedim. Nahit Duru gülümsedi ve Mustafa’nın duyacağı sesle:
- Hadi çabuk bitirin işleri, dedi.
Ve küfürü yedi:
- Senin ben ananı…
Mustafa Akyaka ile Nahit Duru’nun anısı çoktur. Bir tanesini kısaca anlatayım. Güneş Gazetesi bir aile ortamı gibiydi. Abi, kardeş gibi. Dayanışma, dostluk ve ara sıra da kavga. Aile ortamı gibi ama aynı zamanda bir okul.
Nahit abi toplamış bütün gazeteyi akşam yemeği veriyor. Lüks bir restoranda masalarda bizler. Ege Bölge Temsilcisi Nahit Duru, yanında ben oturuyorum haber müdürü olarak. Uzun bir masa. Baktım karşı tarafın uç kısmında Mustafa oturuyor. Uzaktan bit işareti yapıyorum, dudaklarımı büzerek “bit” diyorum, sesli sesli küfür ediyor.
Birden kalktım yerimden, Bit Mustafa’nın oturduğu yere geldim:
- Nahit ağabey seni çağırıyor, git benim yerime otur.
- Peki müdürüm.
Ben de onun yerine oturdum. Mustafa, Nahit Duru’nun yanına oturdu. Birkaç dakika geçti, “Mustafa” diye bağırdım, komutu almıştı. Hemen yanımdaki arkadaşın boynuna elimi attım, sarıldım ve öptüm.
Mustafa neredeyse beş dakika uğraştı Nahit Duru’ya sarılıp öpmek için ve nihayet başardı. Masada bulunan herkes gülmekten yerlere yatıyor. Nahit Duru boynu kızarmış, biraz da öfkelenmiş pozuyla Bit Mustafa’ya seslendi:
- İşin bittiyse hemen yerine…
- Senin ben ananı…
Mustafa ile hala telefonla konuşuruz.
Hala içinde “bit” geçen konuşmalarda ağız dolusu küfreder.
İnanmayan, arasın…