Anlatmaya devam etti: 10 yaşımda kendime halk, halkıma yaprak oldum. Yedi yıl sonra prensliğimi kurup ardından kral oldum. Sırtımda ipekten kaftan; yüceler yücesiydim artık. Aynı anda hem birdim hem de iki. Toplayarak çoğalttım kendimi, kendimde...
Anlatmaya devam etti:10 yaşımda kendime halk, halkıma yaprak oldum. Yedi yıl sonra prensliğimi kurup ardından kral oldum. Sırtımda ipekten kaftan; yüceler yücesiydim artık. Aynı anda hem birdim hem de iki. Toplayarak çoğalttım kendimi, kendimde üstündüm…Zihnim uçurumdan bir saray, düşlerim çölde su gemisi, gözlerimde sonsuz perdeler, makamsız gölgeler. Ve yürüdüm halkımla, gölgelerde peşimiz sıra. Aynı güneşin ısıttığı, aynı gecenin ışıldadığı yeni diyarlara vardık. Bekleyiş gölgelere, umut kölelere gerek ve burası evim dediğim yerlerde kovmuştu beni. Kralsam yürümeliydim. Bazen bedene ruh bazen ruha beden oldum. Üçlendim. Yürüdükçe güçlendim öyle bir haykırdım ki köleler ve gölgeler imparatoru oldum. Kendimi geçeni de geçtim, kendimden geçtim. Krallar kölem halkım da gölgem oldu. Daha da büyütmek için kendimi, Maşiah tarlalarına ektim seni… Ne olayım derken helak olacaktım… Yalnız yaşayanların tek dostu olan mağarayı gösterdi bana; hiç varolmayan bu mağarayı kim görebilir ki?! Anlatmaya devam etti:Mesele ölmek değil, mesele kefeni yırtar gibi yırtmak hayatı ve çıkıp gitmek içinden.Mağaradan çıkınca ilk iş merhamet bilmeyen halkımı öldürdüm, sonra Kralları söndürdüm; ya ben, ya ben! İmparatorsam ölmemeliydim! Ya sonra dedim; Gayya kuyusuna nasıl düştüğünü, putlarını nasıl öldürdüğünü anlattı gururla. Yine de ölümden korkuyordu, bu açıkça yüzünden okunuyordu. Ona Mevlana’nın sözünü hatırlattım. "Mineral öldüm ve bir bitki oldum. Bitki öldüm ve hayvan doğdum. Hayvan öldüm ve insan oldum. Neden korkayım? Ölerek ne zaman eksildim ki?" Gülerek döndü dedi ki; doğmak ve ölmek gurur vermesin sana, doğarak uzaklaştığına ölerek kavuşamazsın. Ölüm daha da uzaklaşmak, uzaklaşarak kaybolmaktır. Yaşamın ne olduğunu bilmeden ölen, ölümün ne olduğunu nereden bilecek.Anlatmaya devam etti: Bütün öğelerin izi varsa evrende inebiliriz mutlak bir kökene. Dönmek varken aslına, dönüşmek niye! Tanrı'ya dönmek istiyorsan Tanrı olmalısın, Tanrı olmak için kendinde yok olmalısın.Anlatırken birden uyumaya başladı, öldü sandım. Yıllar sonra dirildi, uyandı sandım. Hala anlatıyordu ara vermemiş gibi. Sözünü kestim heyecanla dedim ki, sen gelmeseydin biz gelecektik sana. Cevap verdi:Siz gelseydiniz ben gelmezdim sana ve kurtul dedi bu tekil hiyerarşiden, bu kişisel döngüden sıyrıl, beni duyma! Hakikatine kulak ver ve ölümden fışkıran bir yaşama hazır ol. O an anladım tek başınalığın biçimsel yalnızlığını, bu çok korkuttu beni. Eğer düş değil savaşsa bu oyun; her şeyden önce kalbimi korumalıydım, kalbim her şeyden öte. Dinlemediğim halde anlatmaya devam etti. Sus dedim susmadı, vurdum ölmedi, öldüm yetmedi, tüm yankılar birleşti sözlerinde…Davut’un demiri ile dövüldü sırrımdaki düş, ateşim Ali’nin kuzeyine düştü. Adalet arıyorsan Firavun ve Musa arasında, toprağın payına düşen cemreye sor, bana değil. Kuş verdiğin çiçeğe sor rüzgarı, bana değil. Kim öldürdüyse o diriltsin kuşları ve bıraksın kalbi taş olanları, bilmezler mi taşa kanat takıp uçuramazsın. Taşı taşa sor bana değil.Anlatmaya devam etti: Sessizliğin, ıssızlığın ve sonsuzluğun yanında ölüm dediğin nedir ki?! İçte kurulmayan her krallık benim gibi yıkılacaktır. Doğmadığın ve ölmeyeceğin bir yere gelmelisin dedi; seni bekliyorum oldu son sözü ve kendi ölümüne ışık tutanlara selam söyledi. Anlattıkları kumaştan yoksun güveler gibi eritti, sonsuz mutluluğun günahkar bedenini. Aklım kendinden ötesini gösterince kapadım aklımın gözlerini, artık görebiliyorum seni…