SEN; Bol parası olup nereye saçacağını şaşıran pek kıymetli müteşebbis ağabeyim, ablam, kardeşim.

SEN

; Bol parası olup nereye saçacağını şaşıran pek kıymetli müteşebbis ağabeyim, ablam, kardeşim.

"Elin oğlu dikmiş beş yıldızlı oteli, benim neyim eksik. Koyarım başına sağlam bi müdür, veririm 5-10 bin lira maaş, keyfime bakarım" deyip trilyonları betona gömen, sonra da "Turist yok" diye ağlayıp sızlayan sen değil miydin?

Ülkeye giriş yapan turist sayısının yıllardır aslında üç aşağı beş yukarı aynı olmasına rağmen, boş bulduğu her muşmula, muz ve narenciye bahçesine otel konduranlar yüzünden arz-talep dengesinin bozulduğunu görmezden gelen de sen değil miydin canım abim, ablam, kardeşim.

Sen de haklısın aslında.

Neden mi?

İzah edeyim...

Misal, o otele harcadığın parayı bankaya yatırsan, yedi sülaleni geçindirecek para geçer eline.

Üstelik kriziydi, turistiydi, vergisiydi, personeliydi gibi sorunlarla da uğraşmazsın.

Ama karşında sadece "keş para elden uçup gitmesin" diye çabalayan ve bundan prim alan banka müdürü ve bir avuç personel el pençe divan durur.

Gel gör ki, yıldız sayısı hiç fark etmez, otelci olunca bırak banka müdürünü falan, şehirde artık koltuk, makam mevki sahibi aklına kim geliyorsa, takım elbise kravatla dolaşan kimi hayal ediyorsan, en az yüzde 90'ının nazarında apayrı bir statü kazanıyorsun, öyle değil mi?

Hele bir de filanca kulübe, filanca derneğe kaydoldun mu, yeme de yanında yat!

Gelsin kremalı davetler, gitsin şükela beleş seyahatler.

Turizmdeki arz-talep dengesi bozulmuş, geçen sene 100 bin olan yatak sayısı bu sene 200 bin olmuş, bu yüzden pasta büyüdükçe dilimleri de küçülmüş, kimin umurunda.

Varsa senin egon, yoksa senin egon.

Üstelik sana "Dur, bak bu kadar otel var. Gel girme bu işe" diyen de yok.

Aksine, adamını bulursan teşviki falan kapma olasılığın bile yüksek, öyle değil mi sevgili abim, ablam, kardeşim.

Ya sen...

Oda başkanı ağabeyim, kardeşim...

Felaket tellallığı yapmaktan başka, odanda oturup poz vermekten, çıktığın beleş gezilerin fotoğraflarını sosyal medyada paylaşmaktan, 'hayırlı cumalar' dilemekten, kredi kooperatifi kurup krizdeki esnafa kredi verdikten sonra bunun üzerinden prim almaktan başka, esnafa ne katkın oldu, söyler misin?

Odanın parasıyla alınmış arabanın deposunu yine odanın parasıyla doldurup sabah akşam ring atmaktan, ayıp olmasın diye yol üstündeki bir iki esnafa iki dakka uğrayıp fotoğraf çektirmekten ve bunları sosyal medyada yayınlayıp "Esnafını düşünen, arayıp soran başkan" imajı vermekten başka ne faydan oldu bu şehre?

Bu satırları okuduktan sonra beni ararsanız fiks yanıtım, "Hiçbiriniz üzerinize alınmayın, çünkü hiçbirinizi kastetmiyorum" olur, peşinen söyleyeyim.

Peki sen...

Siyasetçi ve belediyeci ağabeyim, ablam, kardeşim. Bu şehrin bir milim ileri gitmesi için neleri yaptın, neleri yapmadın ve göz ardı ettin, aynanın karşısına geçip de hiç sordun mu bunu kendine?

Misal...

Hepsi birbirine benzeyen, konserve kutusu modelli, toplu konut idaresinin yaptığı binalara benzeyen apartmanların ruhsatını imzalarken en ücra sokaktaki apartmanın altına bile dükkana izin veren, zaten bina altlarında otopark mecburiyeti hak getire, kaldırım kenarlarını sağlı sollu otomobil parkı mezarlığına dönüştüren de sen değil miydin güzel abim, ablam, kardeşim.

Peki sen, "nedense" havasından geçilmeyen meclis üyesi ağabeyim, ablam, kardeşim.

Bazılarınızı tenzih ederim, ama...

Eşe dosta caka satmak, biraz statü, biraz fors kazanmak, en çok da belediyedeki işlerinizi hemen hallettirivermek için epeyce para harcayıp girdiğiniz belediye meclisinde ayda bir elinizi indirip kaldırmaktan başka ne yaptınız, yakanıza yapışıp sorsak hesap verir misiniz, yoksa pişkinliğe vurup "Ama daha öncekilerin benden ne farkı vardı? Önce gidip onlardan hesap sorun" der misiniz?

Peki ya sen, bürokrat ağabeyim, ablam, kardeşim.

"Rüzgar Gülü" veya "Günebakan" çiçeği misali, o dönem hangi siyasi erk revaçtaysa anında oraya dönmek, önünde el pençe durmak yakıştı mı sana?

E diyeceksin ki; "Geçim davası. El pençe divan durmayanlar sorgusuz sualsiz oraya buraya sürülüyor. Ailesiyle, çoruyla çocuğuyla oradan oraya savruluyor, ben ne yapayım."

"Sen de haklısın kıymetli abim, ablam, kardeşim, sen de haklısın" diyeceğim lakin diyemiyorum, çünkü bu satırlar tarihe not olarak düşüyor.

Sonra şimdiki "düzen" değişir, başka bir "düzen" gelir, "Hukuksuzluğa hak vermişsin" diye yakamıza yapışırlar, düzülen biz oluruz, ondan korkarım.

Diyeceğim o ki...

Bu şehrin yazılmayan, "nedense" görmezden gelinen küçük sırlarını yaratan, can veren, bugün tamamı yazılsa bırakın kitabı, ansiklopediler dolusu arızayı oluşturanlara buradan selam olsun.

Diyecek çok şeyim var, lakin yerim dar...

Turizm şehirleri portakal bahçelerine benzer. Şehirde yaşayan herkesin niyeti bu bahçedeki portakalların en iyisini toplamaktır. Ama önemli olan, seneye de en iyi mahsulü almak için şimdiden gübresini, sulamasını, budamasını iyi yapmaktır. Eğer amaç sürekli portakal toplamak olursa o bahçe 3-4 sene sonra yok olur gider, toparlaması da uzun yıllar sürer.

İnşallah bu sene turizm sezonu iyi olacak gibi.

Biz şimdiden önümüzdeki maçlara bakalım, ne yapacağız da bir sonraki seneyi kurtaracağız, onun planlamasını yapalım, olmaz mı?

Bu yazıyı; şehirden sadece portakal toplamayı hedeflemeyip; şimdiden kimyasını, budamasını, sulamasını da yapan bir avuç dosta ithaf ediyorum.

(Not: Bu yazıda sözü edilen şehir, Amerika'nın Miami kentidir, Alanya ile uzaktan yakından ilgisi yoktur.)

-BİTTİ-