DÜN sabah rutin haber avı için çarşıdayım. Otomobilimi Mola Kavşağı'na yakın bir yere park edip şehre dalıyorum. Günlük uğramam gereken yerler var. Hem selam verip yüzümü unutturmamak, hem haber içerikli istihbarat çalışması amaçlı,...
DÜN
sabah rutin haber avı için çarşıdayım.
Otomobilimi Mola Kavşağı'na yakın bir yere park edip şehre dalıyorum.
Günlük uğramam gereken yerler var.
Hem selam verip yüzümü unutturmamak, hem haber içerikli istihbarat çalışması amaçlı, rutin ziyaretler.
Şehrin batısına, Merkez Postane civarına doğru yürüyorum.
Bazen ara sokaklarda, bazen ana caddede ilerliyorum.
"Mutlu insan yüzü" arıyorum.
Gülen, en azından gülümseyen, şakalaşan, yolda karşılaşıp ayak üstü sohbet ederken birbirine espri yapan vatandaş görmek istiyorum.
Dükkanının önünde oturmuş, birbirine çay ısmarlamış, hoş sohbet, mutlu esnaf görme peşindeyim.
Ama nafile!
Çünkü şehre bir mutsuzluk, bir "acaba bizi daha neler bekliyor?" belirsizliği, ve en kötüsü umutsuzluk hakim.
Portakal ve muşmula bahçelerinin kat karşılığı müteahhitlere verilip; şehir insanının yeşile, turuncuya ve toprağa hasret bırakıldığı günden beri tek geçim kaynağımız haline gelen turizmden direkt ya da endirekt ekmek yiyen binlerce insan, "yeni bir patlama daha olursa ne yaparız?" sorusuna yanıt arıyor gibi sanki.
Üç tarafı denizlerle çevrili, her karış toprağından tarih fışkıran, dünyanın neresinde hangi bitki yetişiyorsa dört bir yanında o bitkilerin aynısından yetişen iklime sahip bir coğrafyanın haber bültenlerinde ve gazete sayfalarında ne yazık ki "patlama", "kurşun", "şehit", "yaralı", "canlı bomba", "kınıyoruz" kelimeleri adeta klişe haline gelmiş, getirilmiş.
Su içinde yavaş yavaş ısınan kurbağa gibiyiz adeta.
Alışmışız, alıştırılmışız.
Suratımızı gazetedeki köşe yazısına iliştirilen fotoğraftan tanıyan bir esnafın, "Gazeteci kardeş, buyur, çay ikram edeyim" teklifine kayıtsız kalamıyorum.
Herkesin mutsuz olduğu tenha sokaklarda daha fazla yürümenin, insan analizi yapmanın bir manası yok çünkü.
"Nasıl piyasa?" diyorum, "Bitik" diyor.
"Gerçi daha Mart'tayız, şimdiden kestirebilir miyiz sezonun nasıl geçeceğini?" diye, yanıtı önceden belli bir soru atıyorum önüne, oralı bile olmuyor.
Diyor ki...
"Ortadoğu'ya, Rusya'ya falan ayar verirken siyasi başkenti Ankara'yı unutanlara, ekonomi başkenti İstanbul'u görmezden gelenlere, her patlamadan sonra terör örgütlerini kınamaktan başka ellerinden bir şey gelmeyenlere sormak lazım."
Yorumsuz bir duruş sergiliyorum.
İkimiz de susuyoruz.
Sonra, çayımı içip müsaade istiyorum.
Giderken arkamdan, "İlk defa çayımı içtin, belki de son olacak. Çünkü yarın ne olacağımız belli değil. Bu dükkan kiralarıyla, bu Bağ-Kur primleriyle, bu elektrik faturalarıyla Alanya'da esnaflık yapılmaz. Bakarsın, gece yarısı kamyonu dayar, malları koyar, kaçarım" diyor gülerek.
Dönüp yüzüne bakıyorum, gülüyor ama yüzünde planını önceden yapmış ve uygulamaya koymak üzere olan bir kararlılık seziyorum.
"Kaçma, gemi batarken önce fareler terk edermiş" diye cevap veresim geliyor, diyemiyorum.
Sağduyum, "Cevap verme, haksız da sayılmaz" deyince ikna oluyorum, susuyorum.
Yeni bir patlama olur mu?
Yeni can kayıpları, acılar, bizi birbirimize kenetler mi?
Yoksa, ölüm haberlerini veren televizyon spikerinin arkasından gülümseyerek ailesine el sallayan duyarsız şahıs gibi artık bu olayları kanıksadık mı?
Kafamda deli sorular, şehirden kaçıp uzaklaşmak, ofise kapanıp rutine dalmak istiyorum.
Şu bir gerçek; Rus uçağının düşürülmesi, akabinde peş peşe patlayan bombalar, tüm Türkiye gibi Alanya'yı da bu yıl hayli olumsuz etkileyecek.
Öncelikle, turistin Alanya'ya gelmesindeki birinci faktör olan otellerin büyük çoğunluğu planlanandan geç açılacak.
Bu da, bütün kış parasız bir şekilde yatıp yazın otelde çalışmayı planlayan yüzlerce, binlerce turizm personelini birkaç ay daha mağdur edecek.
Çoruna çocuğuna, eşine ailesine harcama yapamayacak olan turizm personelinin parasızlığı esnafı da vuracak.
Her kriz döneminde alışılagelen ve bir mikro ekonomik tedbir olarak uygulanan "parayı yastık altına atma uygulaması" devreye girdiğinde, zaten bütün kış kıt kanaat geçinen yüzlerce esnaf bundan olumsuz etkilenecek.
Otele yiyecek içecek satan, otelde konaklayan turistin çarşıya çıktığında alışveriş yaptığı, otellerin farklı birimlerinde çalışan herkes ve her kesimi zor ve sıkıntılı bir süreç bekliyor.
"Türkiye'nin güvenli ülke olduğunu söyledik ama yalancı çıktık" diyen Alanyalı turizmcilerin, "Bir bomba daha patlarsa turizmin ruhuna El-Fatiha" dediği bir süreçte bu şehre nasıl yatırım yapılır, nasıl mal stoklanır, nasıl otel açılır ve dükkan kiralanır, gerisini siz hayal edin.
Gözünüzü korkutmak gibi olmasın ama, pek çok anlı şanlı turizmci, "Evet, önceki yıllarda da buna benzer krizler vardı ama bu sene öyle böyle değil" diyorsa, "Vah Alanya'nın haline o zaman" diyesim geliyor.
Bu sene ya bir mucize olacak, ya da külliyen batacağız.
Benim, çarşı izlenimlerim bu yönde.
Aksini iddia eden varsa buyursun, tartışalım.