Bizim kasaba ülkenin en güzel köşelerinden biridir. Öylesine güzeldir ki dünyanın dört bir yanından insanlar bu güzellikten nasiplenmek için bizim kasabaya akın ederler. Bizim kasaba deniz kıyısında, yeşillikler içinde ve güneşin evi gibidir....

Bizim kasaba ülkenin en güzel köşelerinden biridir. Öylesine güzeldir ki dünyanın dört bir yanından insanlar bu güzellikten nasiplenmek için bizim kasabaya akın ederler. Bizim kasaba deniz kıyısında, yeşillikler içinde ve güneşin evi gibidir. Sanırsınız ki güneş orada ikamet ediyor. Sanırsınız ki hiç bitmeyen bahar orada yaşıyor. Bizim kasabanın insanları da en az kendisi kadar güzel, kendisi kadar sıcaktır. Burada doğup büyüyenler öyledir de sonradan gelip yerleşenler de öyledir. Bizim kasabanın havasını ve suyunu tadan ister yerli olsun ister yabancı, onun büyüsüne kapılmaması imkansız gibidir. Güzelliğinin yanında çok da eski tarihe sahiptir bizim kasaba. Çok medeniyetler görmüştür, çok kültürler yaşamıştır. Bu nedenle hikayesi ve anısı boldur. Bunları yazmaya kalkarsak ciltler dolusu kitap yazmamız gerekir. Bu nedenle bizim burada yazacağımız hikayelerin tamamı çağımıza aittir.
Sözü fazla uzatıp sizleri sıkmadan gelelim hikayemize. Bizim kasaba kadar olmasa da her yeri ayrı güzelliğe, ayrı tarihe ve ayrı kültüre sahip bir vatanımız var. Bu vatan kurulduğundan bu yana ağalar gördü, paşalar gördü, padişahlar gördü. Hepsi de sonradan tarihin sayfaları arasındaki yerini aldı. Çağımızda ise yeni ağalar çıktı ortaya. Bu ağalar vatanın her bir yanında topraklar elde etti. Kimi çok kimi de az. Bu ağaların hepsi de çağımızda baş şehir de denilen yerde ikamet ediyorlar. Buradan vatanın her bir yanındaki topraklarını yönetiyorlar. Bu ağaların en büyüğü Ramazan Ağa olup, en çok toprağa sahip olmasına rağmen ne gariptir ki vatanın güney ve batısında söz sahibi olacak kadar toprak edinememişti. Bu durum özellikle bizim kasaba gibi denize kıyısı olan yerler için daha da ciddi bir vaziyetteydi. Ramazan ağa ne yaptı ettiyse de buralarda fazla bir toprağa sahip olamadı. Oysa çok toprağa sahip olmak demek oraları istediği gibi yönetmek demekti. Diğerlerinde olduğu gibi bizim kasabanın topraklarına da gözü dikmiş olan Ramazan ağa nice kahyalar denediyse de bunu başaramadı. Çünkü bizim kasaba ufak da olsa yerel bir ağa olan, Hasbi ağa tarafından yönetiliyordu. Hasbi ağa akıllı, kurnaz ve planlama bilen bir ağaydı. Atası rahmetli Tuğrul ağadan kalan mirasa iyi sahip çıkmış, malını diğer miras yediler gibi Ramazan ağaya kaptırmamıştı.
Ramazan ağa kendisine kasabamızda bir çok kahya bulmasına rağmen toprak ele geçirmeyi başaramamış, dolayısı ile de kasabamızda söz sahibi olamamıştı. Gel zaman git zaman yıllar sonra ona kasabamızda yeni bir kahya önerdiler. Bu kahya temiz, dürüst, çalışkan ve namuslu bir genç olan hüsnü idi. Bu sessiz ve sakin genç adam Ramazan ağa tarafından az bir toprağına kahya olarak görevlendirildi. Hüsnü işe dost ve arkadaşlarından bir ırgat ekibi kurarak başladı. Gece gündüz demeden, ailesini de ihmal ederek çalıştı, durdu. Ben kahyayım demeden ırgat gibi kendini işine verdi. Ramazan ağanın topraklarını genişlettikçe genişletti. Topraklar genişlemesine rağmen Ramazan ağa yine de mutlu olmadı. Onu mutlu edecek şey Hasbi ağanın oturduğu konağı da ele geçirmekti. Bunu bilen Hüsnü yakın arkadaşlarıyla bir deneme yapsa da Hasbi ağayı alt edemedi. Çünkü onda kurnazlık yoktu. Yılların kurdu Hasbi ağa onlara kolay lokma olmayacaktı. Hüsnü umudunu kaybetmeden gücünü toplamak için sabırla bekledi. Fakat hücumun üzerinden çok az bir zaman geçmişti ki, bir haberle yıkıldı. Nedeni ve nasılı bilinmez bir şekilde Hasbi ağa topraklarıyla birlikte Ramazan ağanın saflarına katıldı. Bu haber Hüsnü'yü yıkmıştı yıkmasına da bütünüyle her şeyin Hasbi ağanın emrine girmesi kahrına sebep olmuştu. Dostlarıyla beraber sağda solda biraz atıp tutsalar da sonunda Hasbi ağaya itaat etmek zorunda kaldılar. Hüsnü ve arkadaşlarının tepenin ardında son bir umutları vardı. Hasbi ağa yaşlanıyordu ve uzun zamandır bu toprakları yönetmekten yorulmuş olmalıydı. Ayrıca bizim kurnaz Hasbi ağa sağda solda "Ben artık yoruldum. Görevden affımı isteyeceğim" diyerek onlara gaz veriyordu. Kurnazlık bilmeyen Hüsnü de bu sözlere inanmaktaydı. Bütün umudu kasaba halkı tarafından konakta kimin oturacağına karar verecekleri tarihteydi. Sonunda o zaman da geldi çattı. Hüsnü uzun yıllar Ramazan ağaya namusu ile hizmet etmenin karşılığı ve doğal hakkı olarak konağa talip oldu. Bu arada Hasbi ağa gerçekten de ben de talibim diye ortaya çıkmadı. Bu durum konağın hakkı olduğuna inanan Hüsnü ve arkadaşlarını çok mutlu etti. Fakat bu mutlulukları çok uzun sürmedi. Ramazan ağa konak için Hasbi ağayı uygun bulmuştu. Yıllarca çalışarak toprakları bu duruma getiren Hüsnü ve arkadaşları, hiç bir emeği olmayan Hasbi ağanın bütün ürünleri depolaması zorlarına gitti. Hüsnü Ramazan ağanın yanından ayrıldı. Arkadaşları birer ikişer başka ağaların yanına yerleştiler.
Fakat ne oldu, nasıl olduysa Hüsnü yeniden Ramazan ağanın kahyası oluverdi. Bugünlerde kasaba ve köyleri Hasbi ağanın arkasında kapı kapı gezerek halkı ziyaret edip "Kasaba konağına en çok yakışan ağa Hasbi ağa" der oldu. İnsan fıtratına aykırı olan bu olayı ben de çözemedim, kasaba halkı da. Nasıl olur da bir insan uzun yıllar emek verip büyüttüğü, namusu ve alınteri ile yetiştirdiği bir şey için bir başkası daha layık diyebilir? Nasıl olur da düne kadar düşman bellediği birine gözü gibi baktığı toprakları teslim eder? Bazen düşünüyorum da iki şey aklıma geliyor. Birincisi, bir yıl kadar sonra başkahyalık seçimi var. Ramazan ağadan başkahyalık sözü almış olabilir. İkincisi, Hasbi ağa gün geçtikçe yaşlanıyor. Beş yıl sonra konak sözü almış olabilir. Dedim ya bizim Hüsnü hiç kurnazlık bilmez diye. Eğer bu sözlere inanmışsa daha çok bekler. Çünkü siyasetin dünü yoktur. Çoook meşhur bir düşünür olan eski büyük ağalarımızdan biri ne demiş bu konuda: Dün dündür, bugünse bugün.
Sağlıklı kalmanız dileğiyle.