ALANYA'DAKİ bir arkadaşım, 'Sokaktaki esnaftan sanayi çalışanına kadar herkes kendini turizmci olarak tanımlıyor. Biz, turizm okullarını bitirenler; ne oluyoruz o zaman?” diye yakınmıştı. Çok haklıydı tabii ki ama turizmci adı...

ALANYA'DAKİ

bir arkadaşım, “Sokaktaki esnaftan sanayi çalışanına kadar herkes kendini turizmci olarak tanımlıyor. Biz, turizm okullarını bitirenler; ne oluyoruz o zaman?” diye yakınmıştı. Çok haklıydı tabii ki ama turizmci adı altındaki bu genelleme çok da yanlış sayılmazdı.
Sokaktaki simitçinin ya da sanayideki yedek parça satıcısının turizm gelirine bağımlılığı otelcininkinden çok farklı değildi. Dolayısıyla “turizmci” genel tanımlamasıyla getirilen bir suçlama, örneğin Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun “turizmcinin sürekli ağladığı!” vurgulaması şehrin tümünü bağlamalıydı…
Evet, doğruydu; şehir ağlıyor ama “kan ağlıyordu!”… “Baş turizmci!” olarak suçlanan otelci otelini ya açmamış ya da personel sayısını yarıya indirmişti. Nedeni çok basitti: Ülkenin sürüklendiği çatışmacı ortam ve yaratılan güvensizlik algısı yabancı konukların yani müşterisinin gelmemesine neden olmuştu… Rakamlar çok netti; 2015 yılı Nisan ayında Antalya havalimanına inen uçak sayısı 7 bin 528 iken, bu yıl aynı sayı 4 bin 712 olarak belirtiliyordu. Daha düşük sezondayken 1 milyar dolarlık bir kayıptan bahsediliyordu…
Otellerin temizlik malzeme alımı yarıya iniyor, yani rutin hijyen sağlanması eksik malzeme ile yapılıyordu. Benzer bir ölçü otellere temizlik sağlayan fabrikalarda gözlenmekteydi, onlar da yarı kapasiteyle çalışıyorlardı… İşin en vahimi, sektörden ayrılmak durumunda bırakılan yılların kalifiye personelinin, bambaşka bir iş kolunda yaşamına devam etmeye çalışmasıydı. Geri dönülmez, eksikliği telafi edilemez bir işgücü kaybıydı, söz konusu olan…
Antalya otellerine mal veren bir büyük holdingin avukatı olan arkadaşım daha dün söyledi: Bozulan teminat mektuplarının ederi Mayıs itibarıyla 13 milyon lirayı geçmişti; “Durum çok kötü!” diyordu… Bankalar hükümetin baskısıyla kredileri iki yıla kadar erteliyorlardı ama nereye kadar sürerdi…
Bilenler söylüyor: Bankalar yalnızca bordrolu olanlara kredi veriyordu. Fiyatlamalar piyasanın çok altında olduğu için insanlar hizmet karşılığı çek almaya bakıyorlardı. Öte yandan, Factoringciler yani bir anlamdaki yasal tefeciler, risk gördükleri için çek kabul etmemeye başlamışlardı!
Hükümet tarafından verilen desteğin, teşvik ve borç ertelemelerinin yalnızca zincir otellere, büyük seyahat acentelerine yaradığını söyleyen turizmci “ağlak” olarak niteleniyor. Suçu, bu denli büyük olamamak! Devlet bankasından kredi almak için ipotek gösterememesi küçük seyahat acentesinin; elektrik indirimi alabilme şartı, “Yeşil yıldız” isimli deveye hendek atlatma kriterlerine sahip olamayan küçük Alanya otelcisinin suçları!
Hadi vazgeçtim; cadde üstündeki, “Kışın bile daha iyiydi, şimdi geçen yıla göre %20-30 kazanıyorum” diyen gümüşçü… Yine aynı kayıp oranını veren ama “güvenlik gereği yasal sayıdaki personeli çalıştırmam gerek” diyen limandaki tekneci… Portakal sıkan adam… Çarşıdaki cilt bakım uzmanı… “Abi nerede o Ruslar be, çiğ mısırı bile kemirirlerdi!” diyen mısır satıcısı… Günlük 110-120 adet damacana su satarken, sayıyı 50’ye düşüren esnaf… Daha işsiz kalanlara gelmedim bile!
Halinden şikayetçi olmayanlar mı? Hint Keneviri ekimine, “ümit fakirin ekmeği” diyerek son hızla devam edenler; yine aynı umuttaki sigara ve içki kaçakçıları. Bir de, her yıl olduğu gibi yine on gün boyunca küçük esnafın canına okuyan cemaat kermesi düzenleyicileri…
İşin trajik yanı, hala ne denli kötüye gidildiğinin ne şehir ne de siyasiler tarafından anlaşılamamış olması. Bu duruma psikolojide “Bölünmüş gerçeklik” deniyormuş. Bir insanda idrak, olanı biteni anlamama eksikliği yaratırmış. Tabii ki gerçeklik yitimine, şehrin profesyonel futbol takımının başarısına “odaklanmaya çalıştırılmanın!” da neden olduğunu söylemeye gerek yok… 7 Haziran’da, Ramazan ayı başlayıp mümin pozu atanlar ortalıktan çekildiğinde “Ak dut, kara dut”u göreceğiz…