Çocukken ders kitaplarında ulus olma özelliği ile ilgili bilgileri hatırlarsak 4 madde vardı. Bunlar: a) Millet olma özelliğine sahip bir insan topluluğunun bulunması. b) Hayatını sürdüreceği bir ülkenin olması. c) Milletin ortak kültür,...

Çocukken ders kitaplarında ulus olma özelliği ile ilgili bilgileri hatırlarsak 4 madde vardı.
Bunlar:
a) Millet olma özelliğine sahip bir insan topluluğunun bulunması.
b) Hayatını sürdüreceği bir ülkenin olması.
c) Milletin ortak kültür, tarih birliği ile dil birliğinin olması.
d) Bireylerin gelecekte, devletin varlığını devam ettirme amacına sahip olmaları.
Her madde kendisi içinde bir özelliğe sahiptir. Üçüncü maddeye bakarsak dil birliğinin olduğunu görürüz. O zaman şu ortaya çıkıyor. Dil olmazsa ulus olma özelliğinin tamamlayamamış oluruz. Çünkü konuştuğumuz, yazdığımız, kültürünü yaşadığımı yaşattığımız dil hangi ulustan olduğumuzu söylemektedir.
Dil, şüphesiz ki bir milletin temelini teşkil diyor, ama doğru ve yerinde kullanabilmek daha da çok önemlidir.
Ne yazık ki hem kullandığımız dili iyi bilmezsek,onu yerinde ve zamanında doğru kullanmazsak, dili daha da geriye götürüyoruz.
Mustafa Kemal’in sözüne dikkat etmek gerekir.
“Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri de dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden evvel mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz.”(1931) Atatürk böyle söylerken, geliniz biz de şu sözcüklere bir bakalım. Sonrasında bu yanlış sözcüklerle kuracağımız cümlelerle konuştuğumuzu düşünelim ya da yazdığımızı:
Whısne = Vişne, Taxsim = Taksim, Taxi = Taksi, Roumelie = Rumeli, Matrock = Matrak, Dorock = Durak, Pascha = Paşa, Efendy = Efendi, Athescte = Ateşte, Dööööneeer = Döner Kebaps = Kebap, Qütahya Otel = Kütahya Otel... Daha bu gibi kelimeleri çoğaltabiliriz.
Yüce Atatürk’e dönecek olursak: ”Başka dillerdeki her bir sözcüğe karşılık olarak dilimizde en az bir sözcük bulmak ya da türetmek gerekir. Bu sözcükler kamuoyuna sunulmalı, böylece, yaygınlaşıp yerleşmesi sağlanmalıdır.”
Ata’nın bize öğüdü, yukarıdaki cümlelerden anladığımız gibi mi olmalıydı? Bugün tabelalara yazılan sözde isimler böyle mi olmalı? Satın almak zorunda olduğumuz maddelerin isimlerine bir bakalım neler neler görülmekte. Bunların doğrusu olması germiyor muydu? Kendi dilimizin güzel sözcüklerine üstelik yabancı anlamları anlamına gelen, ne olduğu belli olmayan sözde sözcükler (!) türetmişiz.
Yoksa biz mi yanlış düşünüyoruz. Ne dersiniz? Bir ulus diline bu kadar kötü davranmaz sanırım. Bir dil bayramının ardından bu yazıyı yazarken şu aklıma geldi.
Acaba 26 Eylül günü kaç arkadaşım E, posta ile veya telefon mesajı ile veya günlük karşılaşmamızda Dil Bayramını kutlayacak. Ne yazık ki 10 kişi olmadı. Herkes çok rahat kendi alemindeydi. günlük hayatından bir günü daha geçirmiş oldu. Oysa 26 Eylül Türk Dil Bayramıdır. Bilmeyen öğrensin artık. Ülkesine, diline sahip çıksın.