EN alt katta Stalin'in çalışma odasına girdik. Orada ahşaptan antik bir masa ve sandalye, yan tarafta tuvalet ve banyosu mevcut. Masanın yan tarafında, Stalin'in o meşhur telefonu duruyor Saat 10.00'da kalkarak otel girişinde bizi...

EN

alt katta Stalin’in çalışma odasına girdik. Orada ahşaptan antik bir masa ve sandalye, yan tarafta tuvalet ve banyosu mevcut. Masanın yan tarafında, Stalin’in o meşhur telefonu duruyor

Saat10.00’da kalkarak otel girişinde bizi bekleyen otobüsümüze bindik. Samara şehir gezisi başlamıştı. Samara, çok eski bir Türk şehridir, burada çok güzel semaverler üretilir, satılırmış. Bu yüzden Samara, semaver anlamındaymış. Samara bir eyalet merkezi olup, çoğunluğu Rus nüfusu 1 milyon 250 bin civarındadır. Yüzde 15 civarında Tatar ve Türk yaşarmış.
Samara, Kazan Hanlığı yıkıldıktan sonra, 1552 yılında, Ruslar tarafından işgal edilmiş. Samara, Rusya Federasyonu’nun en önemli sanayi merkezidir. Roketler, uzay gemileri ve uzay istasyonları burada üretiliyor. Her şehir gibi Samara kentinde Volga nehri kıyısında oldukça iyi düzenlenmiş, büyük bir Hükümet Meydanı vardı. Buradaki biz Türklerin de içini sızlatan I. Dünya Savaşı Zafer Anıtını gezdik. Hemen kıyısına geldik.
Volga nehri; bol sulu, geniş ve kıyasıya yeşil ormanlarla sınırlanan, adeta kurşun gibi ağır bir psikoloji yaratan manzarasıyla omuzlarımıza çöküverdi. Almanlar, Zafer Meydanının batısında akan İdil (Volga) Nehri’nin karşısına kadar gelmişler. Burası tren yollarının kavşak noktasıdır. Alman ordusu, gür ormanlar içindeki Sızran şehrine karargâhını kurmuş. Samara’ya geçip işgal etme planları yapmışlar. Türklerden getirilen 10 bin esir Osmanlı askeri burada açlıktan şehit düşmüş. Askerlerin mezarı hala bulunamamış. Araştırılarak mezarları bulunmalıdır. Karşısından resmini çektiğimiz buraya bir anıt yapılması çok iyi olur. Ruhlarına bir Fatiha okuyarak oradan ayrıldık. Daha sonra Samara Kafkas Hümanist Camisi’ni gezip namaz kıldık. Enteresan bulduğumuz Tatar Camisi’ni gezmenin huzuruna erdik. Fotoğraflarımızı çektik.

STALİN SIĞINAĞI

II. Dünya Savaşı’nın tam kızıştığı sırada, 1942 yılında, Rusya lideri Stalin kendisini güven altına almak amacıyla bir sığınak yapma emri veriyor. O sırada Stalin, Samara’yı Rusya’nın gizli başkenti yapıyor. Birçok sanayi fabrikasını buraya taşıyor. Moskova şehir içi yer altı ulaşımını sağlayan dünyaca ünlü metrosunu yapan mühendisler, Kazan’a gelip hemen sığınak inşaatına başlamışlar.
800 mühendis, 2900 işçi, çift vardiyalı çalışarak, 10 ayda tamamlanmış. Ama bu sığınağı yapanların akıbeti belli değilmiş. Sığınak, 5+7=7 katlı bir kuyu şeklinde 36 metre derinliğinde yapılmış. İşte 8 kat yerin altındaki sığınağın merdivenlerindeyiz. Sığınak rehberi bize 8 katlı olduğunu söyledi ve 8 katını gezdirdi.
Çevre çeperleri yıkılmasın diye çelik plakalardan kaplanmış, asansör çalışıyor her kat, fonksiyonel olarak inşa edilmiş. Değişik katlara silahlar yerleştirilmiş, aile ve askerlerin rahat konaklayabileceği odalar, çalışma büroları, haritalar mevcut. Telefon, elektrik üreten jeneratörler, havalandırma fanları her şey düşünülmüş. Harp karargâhı buraya kuruluyor ve cephe ile buradan haberleşiliyor.
En alt katta Stalin’in çalışma odasına girdik. Orada ahşaptan orijinal yapılmış antik bir masa ve sandalye, yan tarafta WC ve banyosu mevcut. Masanın yan tarafında, o meşhur telefonu duruyor. Ben bir fırsatını bularak hemen masa başındaki sandalyesine oturdum, masasındaki telefonuna sarıldım.
“Alo!.. Alo!..” diye bağırıyordum. “Beni duyuyor musunuz? Ben, Rusya Orduları Başkomutanı Stalin!... Savaş bitmek üzere. Amerikan Başkanı Ruzvelt ve Çörçil ile görüşeceğim…” gibi cümleler söylemeye başladım. Arkadaşlar gülüyor, sığınak müdürü de şaşkın şaşkın yüzüme bakıyor, hiç ses çıkarmıyordu. Bizim rehbere Rusça bir şeyler söyledi. Önce durun şu odayı gezelim, ondan sonra fotoğraf çekersiniz demiş. Diğer odaları dolaştıktan sonra Stalin’in masasında birçoğumuz beni örnek alarak resim çektirdiler. Benim bu masada müze yetkilisi ile birlikte toplu fotoğraf çektirme teklifimi reddetmediler. Bizi şaşırtan bir şey daha oldu. Bütün siyasi tarihçiler Stalin’in harbi buradan yönettiğini söylerken tam bir Rus olan müze rehberi “Stalin buraya hiç girmemiş.” demez mi? İnandırıcı olmayan bu cümleyi niçin söylediğini bir türlü çözemedik.
Ona da kitaplar bıraktıktan sonra asansörle dışarı çıktık. Sığınağın yeri belli olmasın diye sığınağın tam üzerine Samara Kültür ve Sanat Müzesi yapmış. Sığınak önünde sıra bekleyen grupların önünden geçerek otobüsümüze bindik.

Nil-Volga nehri kenarında Asya ile Avrupa kıtalarının birleştiği noktayı belirleyen beton kulenin yanına geldik o noktada fotoğrafımızı çektirdik. Aslında biz Asya ile Avrupa’yı birleştiren Marmara denizi üzerine 3. Boğaz köprüsünü, Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü yapmıştık. Buralarda resimlerimiz ve koşularımız vardı. Ama şimdi Tataristan-Kazan’da Asya ile Avrupa’yı birleştiren noktadaydık.

VER ELİNİ KAZAN
Tataristan oteline yerleştik. Sabah kahvaltısından hemen sonra, eski Hanlık Başkenti Bulgar şehrine gidecektik. Tataristan’daki Türk izlerini daha bir başka heyecanla merak ediyorduk. Türklükle, Türkçecilikle, Müslümanlık ve Hıristiyanlıkla olan ilişkilerini araştırıp notlarımıza alacaktık. 13 Temmuz 2017 sabahı, yarım yamalak kahvaltıdan sonra yetişelim diye gemiye koştuk. Rehberimiz Aslan da biraz gecikmiş, en kötüsü, gemiden bilet bile almamıştı. Önceden bilet alan bütün müşteriler gemiye bindi ve gemi doldu. Bize yer kalmadı, artık yarın diye cevap verdiler. Meğer buraya sabahları bir gemi gidiyor, ikindi üzeri geri geliyormuş.
KAZAN KREMLİN SARAYI
Moskova’daki Kremlin Sarayı gibi bir de Tataristan’ın başkenti Kazan’da bir Kremlin Sarayı var. Şehre dönerek hemen geziye, Kazan Kremlin Sarayı’ndan başladık. Sarayın önünde ayakları zincirli bir şair heykeli var. Saraya kemer girişinde bizi karşılayan milli kıyafeti içindeki Tatar erkeği ile fotoğraf çektirdim. Bir tepe üzerindeki saraya, yüksek bir kemerden girerek geniş meydana ulaştık.

Başkent Kazan Kremlini girişinde Kazanlı bir Tatar ile.

Saray, önce Tatar Hanlığı zamanında Tatar Han tarafından savunma amaçlı yapılmış. Altınordu ve Kazan Hanlığı’nın idare merkezi imiş. Tatar hanları burada oturuyorlardı. Kremlin çevresi, su kanalı ve hendeklerle çevrili, han, hakan ve çar sarayı, idare merkezi demekmiş.

Başkent Kazan Kremlini ve Cumhurbaşkanlığı Köşkü-Suyunbüke Minaresi.

Sur içerisinde Kulşerif Camisi ve Medresesi inşa edilmişti. Her yıl, medresede en az 300 öğrenci tahsil yapıyormuş. Korkunç İvan saldırısına karşı direnmişler ve hepsi buracıkta şehit olmuşlar. Ancak şimdi, Kazan Kremlin Sarayı olarak isimlendirilen bu saray, 1552 yılında Rus Çarı Korkunç İvan tarafından yıkılmıştır. Sonra yeniden yapılarak içinde oturulmaya başlanmış. Şu anda Tataristan Devlet Başkanı burada oturmaktadır. Kremlin Sarayı, Kazan’ın incisi sayılıyor ve UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine almıştır.
Bu kale içinde Kazan Hanlığından kalan tek eser yıkılıp yok edilmiş olan Muraleyev Camisi’nin kulesi yani minaresidir. Tamamen kırmızı tuğladan yapılan kule 7 katlı ve 77 metre (şimdi 53 metre) yüksekliğindedir. Tatarca’da, süyüm=sevim, büke=kadınbey, kule=minare demektir.
Tarihi Kulşerif Camisi, eski temelleri üzerine 2006 yılında Türk ODAK şirketler grubu tarafından yeniden inşa edilmiştir. Bizimle birlikte, kızlı erkekli gençler ve insanlar hiç çekinmeden rahatça camiyi geziyorlar, namazlarını kılıyorlardı.
Kale, surları içindeki Kulşerif Camisi ve minareleriyle bütünleşen, görkemli bir görünüşü var. Saray, içindeki Kulşerif Camisi, Süyümbüke Kulesi ve Sabor Katedrali ile ayrı bir mimari ve estetik manzaraya kavuşmuştu. Bu estetiği, makinemle tespit ettim.
Kazan, modern, modern olduğu kadar bakımlı, temiz ve yeşil bir şehir. Uluslararası Üniversite Olimpiyatları yapılmış. Bu nedenle bütün yollar genişletilmiş, bütün caddeler ve bu caddelere bakan evler yeniden gözden geçirilmiş, boya badana yapılmış. Kazan, diğer bütün şehirleri geride bırakan bir sanat, spor ve güzellik şehri. Bütün cadde ve sokaklarını; edebiyatçı, şair, yazar, sanatçı ve devlet büyüklerinin isimleri, heykelleri, büstleri süslemektedir. Kendi kültür ve tarihlerine sahip çıkarak gelecek kuşaklara umut, güven ve iyimserlik veriyor.
ESKİ KAZAN MAHALLESİ
Genelde Tatarların oturduğu ve eski Kazan dedikleri tarihî mahalleyi dolaşıyoruz. Burada başta Kazan Tatarlarının Dini İdaresi’nin bulunduğu Mercan Camisi olmak üzere, Sultan Camisi, Azim Camisi, Nurullah Camisi, Apanay Camisi varmış. Hepsini dolaşmak zor. Eski Kazan’daki eski evler, mimarisi benim gibi meraklıları kendine çekiyor. Onların da yeteri kadar cemaati olmasa bile, birçok kilise ve katedral da var.
Tatarların oturduğu eski Kazan Mahallesi’nde evler.

Kaldırımları sıra sıra, yeni çiçek açmış ıhlamur ağaçları arasındaki ahşap evleri çekiyoruz. Ihlamur çiçeği toplayan arkadaşlarıma ben de yardım ediyorum. Eski Kazan-Bauman yolu üzerinde Abdullah Tukay heykeli, Kamal Tiyatrosu, Tataristan Devlet Arması olan Kar Leoparı Anıtı ve Mollanur Vahidov anıtını fotoğrafladık. Caddede yöresel giysiler içinde, dans eden, şarkı söyleyen gencecik kızlar, resim yapan, şarkı söyleyen, gitar çalan gençlerin kızlara eşlik ettiği seremoniyi seyrettik
Kazan’da en başta, büyük Milenyum Parkı’ndan başka çokça eğlence ve dinlenme parkları ve meydanları var. Ama bakımlı, ama çiçekler içinde, ama temiz. Üstelik içlerine ünlü kişilerin, sanatçıların, edebiyatçıların heykelleri büstleri konmuş. Aslında Kazan tam bir sanat şehridir diyebiliriz.
KAZAN ÜNİVERSİTESİ VE CEDİTÇİLER HAREKETİ
Tataristan’ın başkenti Kazan’daki Öğretmen Okulu ve Kazan Üniversitesi, Tataristan için olduğu kadar Türkler için de çok önemli bir bilim, kültür ve aydınlanma merkezi olmuştur. Gerek İdil-Ural, Türkistan Türklerinin ve gerekse Osmanlı Türklerinin aydınlanma döneminde, yenilik hareketlerinin doğum yeri olarak büyük görevler yapmıştır.
Türk dünyasında yeni düşüncelerin ve millîyetçi hareketlerin doğmasına kaynaklık etmiştir. Tataristan’da 22 devlet, 11 özel üniversite vardır. Bunlara bağlı birçok fakülte, yüksek okul ve enstitü açılmış. Kazan’da günümüzdeki yaşayan çok hareketli ve çok verimli kültür hayatının varlığı ondan kaynaklanmıştır. Onlarca tiyatro, bale, opera, galeri, sergi, gösteri ve spor salonları olup, genci yaşlısı tiyatro ve sinemayı, sanat olaylarını takip eder. Bu açıdan da Kazan ve hatta diğer şehirler de bir sanat, gösteri ve spor şehridir desek yeridir.
Kazan Üniversitesi, yenilik, reform ve modernleşme fikirlerinin ilk doğum yerlerinden birisidir. Osmanlı devletinde 1839 yılı Tanzimat Fermanıyla birlikte yeni düzenleme ve ıslahat çalışmaları başlamıştı. Aydınlar arasında da yenilik, reform ve millîyetçilik taraftarı düşünceler yaygın olarak tartışılıyordu.
Çuvaşistan, Başkurdistan, Türkistan ve Tataristan Türk kentlerinde daha doğrusu özellikle Rusya Müslümanları arasında eğitim, öğretim, dil ve dinle ilgili CEDİTÇİLİK denen yenilik ve reform hareketleri başladı. Özellikle Kazan kenti ve üniversite çevresinde aydın Türk millîyetçileri artık medrese eğitiminin yeterli olmadığını, yeni metotlara ve yeni eğitim sistemine geçilmesi gerektiğini savunuyorlardı. Türk ve Türkçecilik, üzerinden siyasi özgürlük istekleri de vardı.
Ceditçilik denen bu düşüncelerin başını çekenler arasında başta Gaspıralı İsmail Bey eğitim ve öğretim için bulunduğu İstanbul’daki genç (Jön) Türkler’den, Paris’te iken liberal düşünürlerden etkilenmişti.
İSMAİL GASPIRALI
1851 yılında Kırım Bahçesaray Avcıköy’de doğmuştu. Oradaki Akmescit lisesinde okudu. Sonra Varonej ve sonra da Moskova askeri liselerinde okuyarak mezun olur. Rusya’da iken, Rusların Türk karşıtlığını körükleyen Panslavizm politikası idi. Kırım’a dönerek Zincirli Medresesinde Rusça öğretmeni olarak göreve başlar. Öğretmenlik yaparken başta Rus edebiyatı ve fikir akımları üzerine bol kitap okur, kendini iyice yetiştirir. Rusya ve Kırım ve Türk bölgelerinde halkın içinde bulunduğu fakirlikten, gericilikten kurtulması gerektiğini düşünüyordu. Elbisesini satarak 300 rubleye eski bir matbaa makinesi aldı. 1883 yılında “Dilde, Fikirde ve İşte Birlik” düşüncesi özünde “TERCÜMAN” gazetesini çıkardı. Bir yıl sonra, Kırım Bahçesaray’da öğretmenlik yaptığı Zincirli’de ilk Cedit Usulü Okulu açtı. Burada Türk dili ile uygulanan eğitim, öğretim usulü, Rusya ve Kafkasya, Kazan ve Türkistan Türklerini çabuk etkiledi, Aydınlar, bu eğitim tarzını öğrenmek için Kırım’a gelmeye başladılar. Okul sistemi ve Ceditçilik hareketi, Türk Osmanlı gençlerini ve bütün Türk dünyasını etkiledi. İsmail Gaspıralı, 24 Eylül 1914 tarihindeki ölümüne kadar Tercüman gazetesini çıkardı.
Türk dünyasında, Rusya’da birçok kongre ve toplantılara katılarak “Dilde, Fikirde ve İşte Birlik” düşüncesini anlattı. İyi bir Türkçü, birlik millîyetçisi olarak, “Bütün Türkler, ortak bir dil konuşmalı, ortak bir alfabe kullanmalı, ortak bir kültür ve eylem birliğine gitmelidir” diyordu.
YUSUF AKÇURA VE LENİN
Yusuf Akçura ve Lenin aynı şehirde doğdular: SİMBİRSK.
Türk Tarih Kurumu Kurucularından tarihçi, yazar ve Türk düşünürü Yusuf Akçora ve dünya siyasetini değiştiren, 1917 Rus Devrimi’nin lideri ve fikir bası Simbirsk Vilademir İlyiç Lenin aynı şehirde yani Tataristan’ın Simbirsk şehrinde doğdular. Lenin’in babasının da Çuvaş asıllı Türk olduğu söylenir. Doğduğu bu köye izafeten, Lenin’e Simbirsk ön adını da taktılar.
Eski adı Simbirsk, yenisi Ulyanovsk adıyla anılan Ulyanovsk şehri, halen Ulyanovsk eyaletinin başkentidir. Şehrin nüfusu, 617 bin kişi olup, nüfusun çoğunluğu, Çuvaş ve Tatar imiş.
Tataristan’ın Simbirsk şehrinde Fabrikatör Hasan Bey, 1879 yılında yeni doğan oğluna Yusuf Akçura adını verdi. İki yaşında babası ölen Yusuf, annesi ile birlikte İstanbul’a göç etti. İstanbul-Kuleli askeri lisesini bitirdi. 1895 yılında girdiği Harbiye’de okurken İsmail Gaspıralı’nın Tercüman gazetesindeki Necip Asım, Veled Çelebi ve Bursalı Tahir gibi Türkçülerin yazılarından, Ceditçiler’den etkilendi. Türkçülük hareketine katılma suçundan Fizan’a sürgün cezası aldı. Hapisteyken Ahmet Ferit Tek ile birlikte Fransa’ya kaçtı. Paris’te 3 yıl siyasal bilgiler okudu. Okulu bitirdikten sonra, İstanbul’a dönüşü yasak olduğu için 1903’te Tataristan’ın başkenti Kazan’a, amcasının yanına gitti. 1905 yılında, “Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük” denen 3 tarzı siyaset hakkında yazdığı ünlü makalesi ile birlikte Rusya’da “Rusya Müslümanları İttifakı” adında bir parti kurdu. Seçimlerde ilk defa bu partiden seçilen milletvekili Rus Meclisi Duma’ya girdi. Osmanlı devletinde, 1908 ikinci Meşrutiyet ilan edilince İstanbul’a döndü. İttihat ve Terakki Partisine girmedi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat ve Mülkiye Fakültelerinde dersler verdi. Diğer Türkçülerle birlikte Türk Derneği, Türk Yurdu, Türk Ocakları derneklerini kurdular, Türk Yurdu adlı Türkçülük ve Düşünce dergisini çıkararak yazılar yazdı.
Anadolu’ya geçerek millî mücadeleye katıldı. 1923’te İstanbul Milletvekili seçildi.1925 yılında Ankara Hukuk Fakültesinde siyasi tarih dersleri verdi. Atatürk’ün kültür ve politika danışmanlığı yaptı. Atatürk, 1931 yılında Türk Tarih Kurumu’nu kurması için görevlendirdi. 1932’de Türk Tarih Kurumu Başkanı oldu, aynı yıl yapılan 1.Türk Tarih Kongresini yönetti. 1933 üniversite reformundan sonra İstanbul Üniversitesi’nde siyasi tarih profesörü oldu. 11 Mart 1935 tarihinde ölünce Edirnekapı Şehitliğine gömüldü.
Yusuf Akçura, bütün dünya Türklüğünün birliği, bilinçlenmesi için çalışmış ve Türkçülüğün devlet politikası olması gerektiğini savunmuştur.


Kazan şehrinin sembolü olarak, nehir gölü kenarına kazan şeklinde yapılan düğün salonu. Dört köşesinde evliliği, aileyi, üremeyi ve bebeği temsil eden mitolojik heykeller var.

Tataristan’ın başkenti Kazan, gerçek bir şehir. İsterseniz, tarihiyle beraber genişçe anlatalım. Rusya Federasyonuna bağlı Tatar Özerk Cumhuriyeti başkenti KAZAN, 1005 yılında, İdil Bulgarları tarafından İdil ve Kazanka nehirleri kavuştağında kurulmuş. 1223’te Cengiz Han saldırmış, 1240 yılında da Batuhan tarafından fethedilmiş. 1437 yılında kurulan Kazan Hanlığı’na başkent olmuş. 2005 yılında 1000. yılı kutlandı. 1552 yılında Rus Çarı Korkunç İvan tarafından işgal edilerek tamamen tahrip edilmiş. Daha sonraları, yeniden eski haline getirilen Kazan, 1708’de eyalet başkenti yapıldı.
Ekim Rus Devrimi’nden sonra 1920 yılında Sovyet Sosyalist Tataristan Muhtar Cumhuriyeti, başkanlık sistemiyle yönetiliyor. 43 bölge, 14 şehir ve 2 şehirsel bölgeden oluşuyor. Kazan, 1 milyon 177 bin nüfusuyla, 6. büyük şehirdir ve Moskova’ya 823 kilometre uzaklıkta bulunmaktadır. Kazan, aynı zamanda Ankara’nın kardeş şehri olmuştur.
Tataristan’da birçok etnik nüfus yaşar. Tataristan’ın resmi dili Tatar Türkçesi ve Rusça’dır. Tatarlar’ın Moğol olmadığını belirttikten sonra, nüfusun yüzde 54’ü Tatar, yüzde 40’ı Rus ve yüzde 3’ü Çuvaşlar olmak üzere %97’sinin Türk soyundan olduğunu görüyoruz. Bu ülkede yaşayanların dini Sünni Müslümanlık ve Ortodoks Hıristiyanlığı’dır. Rusya Federasyonu Türk Cumhuriyetlerinin hepsi tamamen lâiktir. Devlet, din işlerine karışmaz, imamlara maaş ödemez. Cami giderleri ve imam maaşları, cami cemaati ve yardım sandıklarına atılan bağış, fitre, zekât, sadaka gibi yardımlarla karşılanır. Her camiye telefon bağlıdır. İmamlar, telefonla çağrılan mevlit, nikâh ve diğer dini törenlere gidiyor. Batıdakine benzeyen bu sistemin sorunsuz işlediği söyleniyor.
KAZAN TÜRK KONSOLOSLUĞU
Biraz acele ederek Kazan Türk Başkonsolosumuz Sayın Turhan Dilmaç’ı ziyaret ediyoruz. Önceden haberli olan Turhan Bey, gezi ekibimizi bir toplantı salonuna davet etti. Karşılıklı sohbet başladı. Konsolos Bey, hemen çayları söyledi. 1,5 saati geçerek sohbetimiz koyulaştı. Tataristan ve Kazan ile ilgili ne varsa soruyordu. Konsolos, akıllı, çalışkan, dinamik ve becerikli bir gençti. Bölgedeki WC kültürü ekibimizi oldukça rahatsız ediyordu. Özellikle yollarda tuvalet yoktu, olanlar da rezalet idi. İdil Bölgesindeki bütün Türk ve Türkçe devletleriyle ilgili gördüğümüz Turhan Bey, Latin alfabesinin ortak alfabe olarak kullanılması durumu tartışıldı. Tataristan’daki tuvalet ve alfabe sorunu ve çözüm yolları konsolosumuza aktarıldı. Yetkililere duyurulmasının faydalı olabileceği söylendi.

Tataristan’ın toplam alanı 67.836 km2, nüfusu 3 milyon 787 bin kişidir. Ancak Rusya Federasyonu içinde Ruslardan sonra ikinci olarak Tatar nüfusu 5 milyon 554 bin 601 kişidir. Tatarlar, Moğol değildir. İdil Bulgar Türkleri ve Kıpçak Türklerinin torunlarıdır. Daha çok oturduğu yerle adlandırılan Tatarlar, Kırım Tatarları, Kazan Tatarları, Sibirya Tatarları vs. gibi.
Ben, 2012 yılında, bir arkadaşımla birlikte Kırım’ı gezmiştim. Başkent Sivastopol (Akyar), Kerç, Yalta, Bahçesaray şehirlerini dolaştık. 1970’li yıllarda üniversitede okurken, hareketlerini desteklediğimiz Kırım Türklerinin liderleri Mustafa Cemiloğlu’nun büyük etkisini görmüştük. Ukrayna’ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti idi. II. Dünya savaşı galipleri, sonuç anlaşmasını Kırım Yalta’da yapmışlardı. Savaş galipleri, Stalin, Çörçil ve Ruzvelt, burada yaptıkları meşhur YALTA KONFERANSI ile dünyayı paylaşmışlardı.
TATARİSTAN EKONOMİSİ
Gezi programımız gereği 13 Temmuzda Başkent Kazan’a girince, bambaşka bir şehirle karşılaştık. Hemen fark ediliyordu. Cıvıl cıvıl, bakımlı güzel kadınlar, gençler sokakları doldurmuş, hareketli bir şehir. Akşam, Bauman Caddesi’nde müzisyenler meydan konseri veriyor, halktan gösterilere katılanlar var. Bahşişler atılıyor.
Şehirli halk, modern, temiz giysilerle sokağa çıkıyor, ışık ve çiçeklerle donatılmış temiz caddelerde dolaşan mini etekli kızlar, kimseyi rahatsız etmiyor. Erkek ve kızların sosyal ilişkileri gayet normal görünüyor. Herkes hayatından memnun gibi. Zaten bu ülkede suç işleyen kimse de yokmuş. Kriminal olayların çok az olduğunu söylediler.
Sokaklarda ve iş yerlerinde (Türkiye’ye gelen Ruslar gibi) kadın hâkimiyeti var. Ailede kadın, tek başına söz sahibidir. Tatar halkı, anaerkil bir toplum sanılır. Tatar kadınları çok tutumlu ve çalışkandırlar. Evin direği baba değil, annedir. Kocalarına oldukça bağlıdırlar. Eşlerinin çalışmadığına fazla aldırmazlar, ancak 2-3 çocuk yaparlar. İlişkileri samimi ve gösterişten uzaktır. En kötüsü, Ruslar başta olmak üzere, farklı milletlerden evlikler çok aşırı olup yüzde 40-50 oranını bulmaktadır.
Ekonomik açıdan Tataristan, Başkurdistan Cumhuriyetine göre, çok gelişmiş bir ülke sayılır. Yüksek bilgi birikimi, nitelikli iş gücüne sahip ülkede çok zengin petrol, doğalgaz ve kömür yatakları mevcuttur. Dışarıya daha çok açık ve sanayi ülkesidir. Kazan, nerdeyse bizim Ankara ile yarışıyor.
Rafinelerde işlenen yıllık petrol 35-40 milyon tonun üzerindedir. Diğer taraftan ülkede üretilen savaş uçakları, uçak motorları, kamyonlar, helikopterler, ağır iş makineleri, kompresörler, gemi ve araba motorları, elektronik ekipmanları, oto lastiği, motor yağı ve çeşitli petrol ürünleri dünya ile yarışacak niteliktedir.
Aynı şekilde tam bir tarım ülkesi sayılan ülkede, sulak, düzlük ve ovalık toprakları her bakımdan avantajlarıdır. Buğday, patates, çavdar, ayçiçeği, mısır, şeker pancarı ve bolca meyve sebze üretilmektedir. Çok geniş çayır ve meralarda hayvancılık, ıhlamur ormanlarında arıcılık yapılmaktadır.

TATAR MUTFAĞI
Öncelik, midemizi düşünmekten geçer demiştim. Doğru her yerde yiyecek ve mutfakları konuşuyoruz. Sıra Tatar Türk mutfağına gelmişti. Başkurt mutfağı, yarı göçebe hayatı yaşayan Başkurt halkının geleneksel kültürünün bir ürünüydü. Tatar yemekleri ise şehirleşme kültürünün ürünü olsa gerek. Yüzyıllar öncesinden gelen, Tatar kültürünü yansıtan çok eski bir mutfaktır. Et ve hamur ağırlıklıymış. Et yemeklerinin en meşhurunu koyun etinden yapıyorlar. Arkasından sığır, at, tavuk, ördek ve kaz eti yemekleri sıraya girermiş. Her tarafta özellikle kaz sürüleri gördük. Çokça besleniyormuş. Sütlü ve unlu yemekler, et sulu çorbalar çokça yenmektedir. Sütlü ve kara çay içerler. Çikolata, baklava, bal, reçel ve diğer tatlı yiyecekler özellikle çayla birlikte çok yenir. Kaldığımız otel kahvaltılarında bu örneklerden çokça yeme olanağı bulduk. Yemeklerde acı, tuz ve yağı az kullanırlarmış, şekeri az tatlılar yapıyorlar.
En sevilen meşhur yemeklerini tatma imkanı bulduk. Özellikle çakçak, mantı, beliş, gübediye ve pelemeçtir. Et suyu çorba, tukmaç çorbası, sulpa ve beşparmak yemekleri sıkça yapılır. Tatar mutfağında keçi eti yenmez, at eti ise Kazak ve Başkurtlar’dan daha çok kullanılır.

(DEVAM EDECEK)