İhtirasın, kinin ve nefretin tutsağı olmuş bir insanın sağlıklı düşünmesi mümkün müdür? Şu ya da bu biçimde oluşmuş belli koşullanmanın etkisiyle ortaya koyduğumuz duygusal yaklaşımlarımıza ve değerlendirmelerimize dayalı tepkilerimiz,...
İhtirasın, kinin ve nefretin tutsağı olmuş bir insanın sağlıklı düşünmesi mümkün müdür?
Şu ya da bu biçimde oluşmuş belli koşullanmanın etkisiyle ortaya koyduğumuz duygusal yaklaşımlarımıza ve değerlendirmelerimize dayalı tepkilerimiz, bizi hep yanlışa sürükler.
Bakın bir düşünür bu konuda ne demiş: “Duyularımızla algıladığımız şeyler hakkında sadece kesin olmayan kavrayışlara varabiliriz. Ancak aklımızla, kavradığımız şeyler hakkında kesin bir bilgiye ulaşabiliriz. Akıl yalnızca evrensel ve mutlak olan ilişkilerden söz eder.”
Bir başka düşünür de (Descartes), “Akıllı olmakta bir şey değil; önemli olan o aklı yerinde kullanmaktır” demiş.
Diğer bir düşünürse, “Bir düşünceye takılıp kalma. Gerçeği bir düşünce aydınlatamaz” demiş.
Amos Parrish, bir sürü alışkanlıklarımız, saplantılarımız ve ezberlerimiz hakkında, “Alışkanlık, anahtarı kaybolmuş bir kelepçedir” diyor.
La Bruyere ise, “Başkalarını sürekli yerenlere, kimseden hoşnut olmayanlara bakın, bunlar kimsenin beğenmedikleri isimlerdir.”
Değerli okurlar, bu güzel veciz sözlerin üzerinde yeterince durur ve düşünür, özeleştirimizi de doğru bir biçimde yaparsak, birçok yanlıştan biran önce kurtulma gerçekçiliğini gösterebiliriz.
Bu özlü sözleri neden peş peşe sıraladım?
İnternette bir sürü telefon konuşmaları var.
Bu konuşmaların önemli bir bölümü, belli bir duygusallık, hatta belli bir koşullanma içinde yapılmış saçma sapan ve de çok tehlikeli konuşmalar.
Toplumu şu ya da bu biçimde yönlendirmeye dönük yayınların ardı arkası kesilmiyor.
Bir komutanın NATO karşıtlığından tutun, Çukurca olayıyla ilgili olarak ortaya çıkan sorumsuzlukla ilgili komutanlar arasındaki ibret verici konuşmalar ve bir komutanın, ülke ekonomisi ne kadar düzelirse düzelsin iktidarı devirmenin şart olduğu yolunda ortaya koyduğu konuşma da gösteriyor ki, şu ya da bu biçimde bu ülkede, önemli göreve gelmiş bazı askerler, yargıçlar, bürokratlar ve de basın mensupları, belli bir ideolojik koşullanma içinde, ülkenin ve ülke insanının çıkarına olan sosyoekonomik gelişmeden çok, mevcut iktidarın devrilmesinin çok daha önemli olduğu inancında.
Bu, salt bir inanca dayalı, körü körüne bir saplantı ise, buna da bir ölçüde saygı duyulabilir ama bu bir ihtirasın, kin ve nefretin, hatta bu yolla kişisel olarak bir yerlere gelme hesabına dayanıyorsa, buna hainlikten başka bir şey demek mümkün değil.
Hatasız insan olmaz.
Biz de geçmişte birçok hata yaptık.
Önemli olan, hatadan dönmesini bilmek, önyargılardan uzaklaşıp gerçekleri görme kaygısıyla hareket edebilmektir.
Kendimle alakalı en ciddi hatalarımdan birsini itiraf etmem gerekirse, 18 yaşındayken, 27 Mayıs 1960 Albaylar cuntasının yaptığı darbeye hiçbir konuda yeterince bir bilgiye sahip olmadığım halde, okullarda okutulan Kurtuluş savaşı ve bu savaşta büyük yararlılıklar göstermiş Mustafa Kemal Atatürk, Ali Fuat Paşa, Rauf Orbay, Kazım Karabekir ve İsmet Paşa hayranlığıyla, alkış tutma aymazlığını sergilemiştim.
Ben gençliğin verdiği bir heyecan ve tutkuyla, Kurtuluş savaşıyla siyaseti birbirine karıştırarak, CHP-DP kavgasında İsmet İnönü sevgisiyle hareket etmiştim.
Halbuki, DP içinde en ön saflarda yer alan Celal Bayar’da Atatürk’ün en çok inandığı ve güvendiği isimler arasındaydı. Atatürk’ün sağlığında son Başbakan da Celal Bayar’dı.
Daha da önemlisi, Kurtuluş mücadelesinde Kuvayi Milliye içinde Galip Hoca adıyla önemli hizmetler vermiş kişinin de rahmetli Celal Bayar olduğunu hiçbir zaman hesaba katmamıştım!
Bu ülkede yaşayan herkesin, bu ülkenin kalkınmasını ve gelişmesini istemesinden daha doğal ne olabilir?
Bir insanın belli bir ideolojiye ya da bir siyasi yapıya sempati duyarken bir başka siyasi yapıya ve de ideolojiye antipati duyması kadar da doğal bir şey olamaz ama, bunu abartılı bir çizgiye taşıyıp, ülke gelişip kalkınmasına ve herhangi bir iktidar bu ülkeyi başarılı bir biçimde yönetirken, sırf iktidar karşıtı olduğu için olmadık rezilliklere imza atmak aymazlıktan başka bir şey olamaz.
Bu aymazlık geçmişte rahmetli Özal’a da yapıldı.
Yıllar boyu sol çizgide en ön saflarda top koşturan, bu yüzden de 2. MC Dönemi’nde MSP’li yani Milli Görüş’ten olan Bayındırlık Bakanı Fehim Adak tarafından sürgüne yollanarak çok ciddi mağduriyetlere uğramış hatta yıllar boyu Milli Görüş karşıtı olarak mücadele eden birisi olarak bugün, AK Parti’nin tasvip etmediğim bazı yönleri olsa da, başarılarını taktir etmem ve alkışlamam bu ülkeyi ve bu ülke insanını sevmemden başka ne anlama gelebilir ki?
İnsan gençliğinde birçok şey öğreniyor ve bu öğrendikleriyle de bir sürü yanlışa ya da doğruya imza atmış olmasına rağmen, bunların hangisinin doğru ya da yanlış olduğunu anacak belli bir yaşa geldiğinde anlayabiliyor.
Tabii anlarsa, ya da anlamak ister ve gerçekçi olabilirse!