Bu arada çorba hazır dedi İbrahim. Sayvanta girip ayazdan akan burunlarımızı çeke çeke çorbalarımızı içtik. Delibaş'ın akşam kestiği hayvandan da biraz yedik. Sedir dalına asılan et havanın sertliğinden ve temizliğinden donmasa...
Bu arada çorba hazır dedi İbrahim. Sayvanta girip ayazdan akan burunlarımızı çeke çeke çorbalarımızı içtik. Delibaş’ın akşam kestiği hayvandan da biraz yedik. Sedir dalına asılan et havanın sertliğinden ve temizliğinden donmasa da tamamen kurumuştu sanki. Sayvanttan çıkıp hayvanları tekrar kontrol ettik. Bir kısmı kehi aşıp dağın içine girmiş, bir kısmı da kehte karlı yerlerde demleniyorlardı. Bir plan yapıp hareket edelim teklifime Delibaş nasıl istersen dedi. Bunların içindeki tekelere razıysan akşamki döndüğümüz kehten çıkıp dağın üstüne ulaşmalıyız. Oradan ikiye ayrılıp ayrı açılardan onlara atış pozisyonu aramalıyız. Yok o dörtlü teke küçük diyorsan tekrar aşağılara inip gapızların içinde büyük teke aramalıyız. Haydi dedim hansımızı bir deneyelim. Daha büyükler varsa görebilsek bile kardır. Olam mı dedi Delibaş. Bu dağda ne tekeler vardır ama şans isterse. Alaaddin’i ve yardımcısını davarlarıyla orada bıraktık. Aşağılara kanyonun içine sarktık. Bütün gün iğne arar gibi delik, dirsik, yar, kayadolabı her yeri aramamıza rağmen dördümüzün de dürbününe bir şey girmedi. Akşama tekrar davar sayvandına yatıya döndük. Bir evvelki akşamın aynısını tekrarladık. Yine sabah kalkınca bizim hayvanları Tepedağ’da gördük ve vurduk iki koldan dağın üstlerine tırmandık. Tepedağ’ın doruklarına çıkınca gördüğüm manzara beni çok etkilemişti. Dağın kuzeyinde Gödene Köyü önündeki kocaman düzlükle yerini alıyordu. Kuzey batısında Manavgat Irmağı’nın çıktığı Ormana Dağları ve karşımızda Uğunlu Köyü’nün otlakiyeleri, avlıkları ve vadinin en altında bütün güzelliğiyle Manavgat Irmağı yemyeşil duru duru akıyordu. Yukarıdan bir uçaktan seyreder gibi bunları seyretmek bu güzelliklere şahit olmak mutluluk değilse nedir diye sordum kendi kendime. Ben bütün bunların büyüsüne kapılmışken şimdi dedi Delibaş, şuralardan bir yerlerden püskürecekler bunlar. Arkadaşlar karşıdan yaklaşıyorlar. Orta uçurum, başka alternatifleri yok önümüzden geçecekler. Onun sözü daha tamamlanmadan tekenin pıskırma sesi bütün dağın doruğunu sarstı. Bir daha bir daha. Bizi görmemişti fakat kokumuzu almıştı. Tedirginliği en tepe noktadaydı. Yanındaki haremini ikaz edip tehlikeyi haber veriyordu. Bu pıskırma seslerinden sonra çok geçmeden önde oğlaklar, onları takiben keçiler ve en arkada teke tüfek yüzümde, elim tetikte hepsini teker teker aynı geçitte görüyorum. Sanki bana özel bir gösteri sunuyorlar. Tekeyi dürbüne alıp biran durmasını bekliyorum. O durur durmaz tetiğe çöküyorum. Mavzerin tok sesi havayı yırtarken teke boylu boyunca karın üstüne seriliyor. Tüfeğin sesi tepe noktada olduğumuz için fazla yankılanma olanağı bulamıyor. Buralara kadarki devinimim birde yükseklerdeki oksijen azlığı dinlenip biraz soluklanmamın gerektiğinin işaretini veriyor bana. Sırt üstü kara uzanıyorum. Parlak güneşin gözümü kamaştırmasını giderebilmek için sağ kolumu gözümün üstüne koyup biraz soluklanıyorum.
DEVAM EDECEK