BİLİYORSUNUZ, Mondros Adası'nda Osmanlı İmparatorluğu'nun işgal edilmesi ve parçalanması imzalanırken, ilk şartları
BİLİYORSUNUZ
, Mondros Adası'nda Osmanlı İmparatorluğu'nun işgal edilmesi ve parçalanması imzalanırken, ilk şartları "ordumuzun dağıtılması" ve "silahlarının kullanılmaz hale getirilmesi" idi.
Böylelikle ülkemiz işgal edilirken onlara karşı koyacak, direnecek hiç bir askeri varlığımızın olamayacağı kendi devletimizce garanti edilmekteydi.
İngiliz ordu komutanı General Allenby, Filistin'i 9 Aralık 1917'de Kudüs'ü işgal ederek Türk egemenliğinden çıkardığında "İşte şimdi Haçlı Seferleri bitmiştir" demişti.
Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda batılı sömürgeci devletler Sevr'de barış masasına oturduklarında Fransız Başbakanı "Şimdi bin yıllık hesabın görülme zamanı geldi" demişti.
Ege bölgesinde Yunan, Çukurova'da önce İngiliz fakat sonra Fransız, Şanlıurfa, Gaziantep ve Kahramanmaraş'ta Fransız, Antalya'da ve Konya'da İtalyan çizmesi ve İstanbul'da işgalcilerin tamamı varken; Ankara, Sivas, Elazığ, Samsun, Erzurum, Eskişehir gibi Türk şehirlerinde işgal subayları gezerken, sandılar ki, Türkler artık bitti, yok edilebilirler. Bin yıllık hesap görülebilir.
Türk varlığını Türkiye'den söküp atmayı kendileri için vazgeçilmez amaç bilen batılılar ne yeni ve masum görünüşlü haçlı seferlerinden bıktılar, ne de Türk varlığıyla olan 'Bin yıllık hesabı' görebildiler.
Ve, hâlâ görebilmeye çalışmaktadırlar.
Mustafa Kemal ve milli mücadele olmasaydı, hesap neredeyse görülmüştü.
O günlerden bugünlere gelmemizi sağlayanlar, bizi Türk Bayrağı'nın altında hür ve bağımsız yaşatanlar meydanlarda nutuk atanlarımız değil, fakat padişah efendimizin haklarında idam fermanı çıkarttığı milliyetçi, vatansever ve yürekli bir avuç kahramanın liderliğinde ayağa kalkan ve ' esaret altında yaşamaktansa ölmeyi yeğleriz. Ya istiklal ya ölüm!' diyen, "hayır" diyebilen Türk varlığı olmuştur.
O günlerde Fevzi Çakmak, Erkanı Harbiye Reisi'dir. Bugünkü karşılığı Genelkurmay Başkanı demek olan Fevzi Paşa, milletimizin ve devletimizin başındaki korkunç durumu anlamakta ve doğru davranışı göstermekte yetersiz kalmaktadır, milli mücadeleye şiddetle karşıdır.
Milli varlığımız topyekun bir saldırı altında, vatanımız batılı sömürgecilerce işgal edilir, parça parça bölünürken, imparatorluğumuzun o günkü yetersiz ve zavallı yöneticileri vatanı nasıl kurtaracaklarını, devletin bağımsızlığını nasıl koruyacaklarını değil, fakat İngilizleri kızdırmadan payitahtı nasıl elde tutacaklarını düşünüyorlardı.
Fevzi Paşa taşıdığı görev, üstlendiği makam itibarıyla vatanı kurtarmak, hür ve bağımsız yaşamak isteyen milletimize, Kuvay-ı Milliye'ye ilk destek vermesi beklenen kişiyken, bırakın desteklemeyi, elindeki bütün kaynakları kullanarak vatanın büyük liderlerini öldürmeye, milli mücadeleyi daha başlamadan yok etmeye, boğmaya çalışmaktadır.
Şeyhülislam fetvasıyla idam fermanları yayınlatmaktadır.
İç savaşı kışkırtmakta, milli direnişe karşı iç isyanlara meşruiyet kazandırmaktadır. Erzurum'a kadar gidip Kazım Karabekir Paşa'yı Mustafa Kemal'e karşı kullanabilmeyi bizzat denemekten kaçınmamaktadır.
Amasya'da 'vatanın kurtuluşu ve milletin bağımsızlığı yine milletin azim ve kararına bağlıdır' diyerek, Türk milletine ayağa kalk çağrısı yapılırken, Fevzi Paşa sarayın tarafında ve sultanın emrindeydi.
Erzurum'da ve Sivas'ta kongreler toplanıp kararlar alınırken, Fevzi Paşa yoktu.
Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi açılıp da ülkenin kaderine el konulduğunda da Fevzi Paşa yine içlerinde yoktu.
Fevzi Paşa vatansever bir Türk çocuğudur, eğitimi tamdır, inançlıdır, milliyetçidir ama yine de durumu anlamada, gelişmeleri kavramada, idrak ederek tavır almada ve karar vermekte yetersizlik göstermektedir.
İşte bu nedenledir ki, Cumhuriyet dönemimizin en uzun süreli Genelkurmay Başkanı olarak milletimize üstün hizmetlerde bulunan bu büyük asker ve devlet adamı, 25 Nisan 1920 günü Geyve'de Ali Fuat Paşa'nın karargahına geldiğinde Ankara'da Mustafa Kemal Paşa ''Fevzi Paşayı derhal geldiği yere gönderiniz!'' demiştir.
Bütün bunları şunun için anlatıyorum.
Her şey gün kadar açık, aydınlık ve ölüm kalım meselemiz olduğu halde Fevzi Paşa gibi bir komutan bile doğru kararı zamanında verememişti. O kadar ki, Mustafa Kemal'in idraki ve dirayeti olmasaydı, Ali Fuat ve Kazım Karabekir gibi yürekli paşaların milli kuvvetlere kayıtsız desteği bulunmasaydı, Fevzi Paşa'nın geciken kararının telafisi yoktu.
Bugün halk oylamasında kimliğinden, vatanseverliğinden, milliyetçiliğinden ve dürüstlüğünden şüphe etmediğimiz milyonlarca vatandaşımızın her biri kendilerini Fevzi Paşa gibi kararsız görmektedirler.
Milli Mücadele gibi bir konuda Fevzi Paşa gibi bir asker bile kararsız kalabiliyorsa, vatandaşlarımızın halk oylamasında kararsızlık göstermesi çok anlaşılabilir bir durumdur.
Şimdi şunu düşünelim: Fevzi Paşa, Mustafa Kemal'i öldürebilseydi, yok edebilseydi; Kurtuluş Savaşı'nı başlamadan boğabilseydi, sonradan pişmanlık duymasının bir değeri olacak mıydı?
Bunu telafi edebilme şansını bulabilecek miydi?
Yoksa vatanın parçalanmasına, milletimizin köle yapılmasına uşaklık etmiş mi olacaktı?
Bu gün al bayrağın altında hür ve bağımsız bir şekilde yaşıyor olabilecek miydik? Siz de aynı durumdasınız, lütfen 'acaba yanılıyor muyum?' diye kendinize sorun ve tercihinizin doğruluğundan emin olun.
Bikoş o günkü durum aynen bugün de geçerlidir: Zamanında 'Hayır' demezseniz, bunun bedeli çok ağır ve telafisi imkansız olabilir.
İstiklal Savaşı vererek kazandığımız devletimizin bir kişinin elinde nerelere kayacağını kontrol etmeye hiçbirimizin gücü yetmeyecektir.
Vatan bütünlüğümüze, milletimizin hür ve bağımsız yaşama isteğine düşmanlık yapanların uşağı durumuna düşebilirsiniz.
Bikoş, her ciddi siyasal tercihinde yanılan, hata yapan, ülkemize ağır bedeller ödeten ve sonu hüsranla biten bir liderin dayattığı bu halk oylamasının her durumda ülkemizi gerdiği, yarılmalara sebep olduğu ve iç barışımızı tahrip ettiğini görerek 'Hayır' diye haykırmak her Türk çocuğunun bir vatanseverlik borcudur.
Gelecek hafta bu konuyu irdelemeye devam edeceğiz.