Cuma akşamı saat 22.00 sularında, sosyal medyada dolanırken gördüm ölüm haberini.
İnanamadım.
Bir hafta önce telefonla görüşmüştüm; “İyiyim, merak etme” demişti; her zamanki kibarlığı ve beyefendiliğiyle.
Ve eklemişti.
“Arkadaşlarımıza da söyle lütfen; merak etmesinler ben iyiyim.”
Oysa o da, ben de biliyor ve hissediyorduk ki, iyi değildi…
İyi değildi de; bu kadar çabuk pes edecek biri de değildi.
Gecenin o saatinde, ölüm haberini okuyunca; “Yalan haber, yanlış haber diye, asparagas bu asparagas!” diye bağırdığımı, sonra da ağlama krizine girdiğimi anımsıyorum.
… …
O lanet virüsü kaptığı akşam, birlikte olacaktık ama mazeretim çıkmış, ben gidememiştim.
O an, “Seni aradı gözlerimiz ama iyi ki gelmedin…” demesi geldi aklıma.
* * *
Alanya’ya geldiğim günün haftası, kel alaka bir yerde karşılaşıp, tanışmıştık.
“Ben Öğretmen Mustafa Aras” diyerek, elini uzatınca, ayağa fırlayıp, ceketimin tüm düğmelerini iliklediğimi anımsıyorum.
Şaşırmış, irkilmişti.
“Öğretmenlerimize karşı büyük sevgim ve saygım vardır; tepkim şaşırtmasın sizi Hocam…” demiştim.
Yanıt vermemiş, gece boyunca, kaçamak bakışlarla süzüp durmuştu beni. O an bu tavrım garip gelmişti ona.
Zaman zaman o günkü, o tavrımı dillendirir, gülüşürdük.
Aramızdaki dostluk bağı, o gün, oracıkta kuruluvermişti.
Beyefendilik ötesi, kibarlık ötesi, duyarlılık ötesi, alçakgönüllülük ötesi bir insandı.
Kısa sürede dost olmuştuk.
Pek çok ortak yönümüz vardı.
Fikirlerimiz kadar öğrencilik yıllarımızda yaşadıklarımız da bire bir örtüşüyordu..
Çok iyi bir eş, çok iyi bir babaydı.
Ve…
Ve yurdu için her türlü özveriyi gösterecek kadar iyi bir yurtseverdi.
2009 yılıydı.
O tarihte Ankara’da görevliydim. Telefonla aradı.
“Beldem Demirtaş Belediye Başkanlığı ile ilgili öneri var. Güvendiğim dostların görüşlerini alıyorum. Ne dersin?” dedi.
“Harika” dedim, “Harika, hemen kabul et…”
Hemen konuyu değiştirdi.
Anladım ki kafası karışık.
Sonra kabul ettiğini, seçildiğini öğrendim.
Kutlamak için birkaç kez aradım, görüşemedik.
Alanya’ya geldiğim bir gün, ziyaretine gittim.
Biz sohbet ederken, birileri içeri giriyor; Rahmetli de onlara bir zarf veriyordu.
Tahmin ettim ama yine de sordum, o zarfları kime, niye verdiğini…
Önce söylemek istemedi, sonra “İhtiyaç sahiplerine üç beş kuruş yardım…” dedi ve ekledi “Aras fonundan…”
Yanıtın ne olacağını bile bile; “Niye?” dedim, “Niye belediyenin fonundan değil de; Aras’ın fonundan?”
Güldü.
“İl ya da ilçe belediyesi değil burası, belde belediyesi Müdürüm. Çiçeği burnunda bir belediye. Eti ne budu ne Belediyemizin?”
Duygulanmıştım.
“Hâlâ üniversite yıllarının ruh halindesin” deyip, kalktım, sarılıp, öptüm.
Yardım ederken bile beyefendiydi, alçakgönüllüydü.
Hizmet için, yardımlaşma için, bölüşüp paylaşma için yaratılmıştı sanki. Belediye başkanlığında tek bir şaibeli işi duyulmadı.
… …
Taziyesinde bunlar geldi aklıma.
Üstlendiği göreve, üstlendiği süre içinde her şeyiyle kendini adayan bir görev adamıydı.
Görevli olduğu süreç içinde, kendini eğitime adadığı gibi; belediye başkanlığı süresince de Beldesi Demirtaş’a kendini adamıştı.
Adamdı…
Adam gibi adam…
Ve dosttu…
Her yönüyle örnek bir insandı.
O nedenle benim ve sevenlerinin acısı çok büyük.
O nedenle sevenlerinin ağzını bıçak açmıyor.
O nedenle partili arkadaşları perişan durumda.
O nedenle ölüm ona yakıştırılamıyor.
Işıklar içinde uyu Güzel İnsan.
Işıklar içinde uyu…
Seni hiç unutmayacak, belleklerimizde ve anılarımızda yaşatacağız.