Antalya'da nasıl da rahatça şımarırdık öyle. Aman şu altı numaralı kort da çok güneşli, hem kimse seyredemiyor orada yeteneklerimi, ille de dört numaralı kortu isterim. Acaba bugün Hillside'da mı oynasam, yoksa Dedeman'da mı?...

Antalya’da nasıl da rahatça şımarırdık öyle.

Aman şu altı numaralı kort da çok güneşli, hem kimse seyredemiyor orada yeteneklerimi, ille de dört numaralı kortu isterim.

Acaba bugün Hillside’da mı oynasam, yoksa Dedeman’da mı?

Falez’in zemini de pek kaygan canım, iyisi mi biz yine Atik’te oynayalım.

Orfe hem pek uzak hem de atlar hiç olmadık yerde kişneyip dikkatimi dağıtıyorlar.

Aysel topları havaya dikiyor, Yesari pek küstah, Rabia nasıl da suratsız öyle, İlhan ille de güzel kızlarla oynamak istiyor, Yavuz içerdeki toplara aut diyor, Sakine neden oynarken anlamsızca sırıtıyor anlamıyorum, Tunç da hep topları kesiyor, sinir oluyor insan.

Falan, filan işte…

İki sene kadar önce İstanbul’a doğduğum yere döndüm.

Biraz işe adapte olduktan sonra nihayet hobilerime sıra geldi.

Yaşadığım sitenin spor kulübünün panosuna hemen bir ilan astım.

“Tenis ya da masa tenisi oynamak isteyen varsa beni arasın lütfen” gibisinden.

Beş masa tenisi arkadaşım oldu, henüz teniste tık yok.

Geçenlerde Antalya’da Turgay Soysal ile konuşurken benim Çekmeköy civarlarında oturduğumu öğrenince, hemen müjdeyi verdi sevgili Turgay hocam.

“Çekmeköy’de bir tenis kulübü açıldı ben hemen adresini ve telefonunu öğrenip bilgi vereceğim”

Bir hafta kadar kendisinden haber çıkmayınca, bari ben kendi başımın çaresine bakayım dedim.

Mahalle bakkalının bile web sayfası olduğu şu modern dünyada, bir tenis kulübünü bulamayacak değildim herhalde.

Gugıl abiye sordum her zamanki gibi.

www.cekmekoyanadolusporkulubu.com sitesine ulaşmam dakikamı bile almadı.

Site de site yani.

Yüzme havuzu, tenis kortları, basketbol takımı, formalar, kayıt formları falan şıkır şıkır.

Gel gelelim iletişim bölümünü tıklayınca, adres, telefon numarası çıkmıyor.

Kulübe, yeni tenisçilere ulaşabilmek için önce adresini bilmek gerekiyor haliyle.

Onca ülkede yolunu bulan bir adam olarak, burnumun dibindeki adressiz tenis kulübünü bulamayacak değildim tabi ki.

Önce mahallemin taksi durağına gittim, hemen tarif ediverdiler.

Bir halı saha çıktı karşıma.

Sonra telsizden anons edildi ve bu güzide kulübün evimden on kilometre kadar ileride olabileceği tahmininde bulunuldu.

Alemdağ yollarına düştüm.

Daha önce iş kıyafetimle arayıp bulamamıştım, bu kez tenis kıyafetimle yollara düzüldüm.

Tarif edilen yere gidince bu kez bir futbol kulübü buldum karşımda.

Muhtar, pastacı, Arçelik bayii, boyacı, tüp gaz satıcısı, mahalledeki çocuklar, berber, manav ve adını burada saymayı unutabileceğim bir çok esnaf böyle bir kulübün varlığını ilk kez benden duydular.

Ama ben bugün tenis oynamaya kararlıydım bir kere.

Bir kaynakçı, Çekmeköy kışlasının karşısında bir yoldan bahsetti bilgiççe.

‘Bulamasam da geziyorum nasıl olsa’ diye züğürt tesellisi durumuna gelmiştim zaten.

Bu kez de yapay çimle kaplı bir futbol sahasına geldim.

Sahada 10-15 yaşlarında çocuklar, tribünde de aynı yaş grubundan seyirciler vardı.

Kendisine “başkanım” diye seslenilen şişman bir bey ilgilendi benimle.

“biz burada vakti zamanında Cahit Yavuz’la bir tenis kulübü kurmuştuk, sonra çalışmadı, zaten Cahit bey de Kemer Country’ye taşındı, böyle bir yer olsa benim mutlaka haberim olurdu” diye bana üzüntü dolu gözlerle baktı.

Karşısında çaresiz bir tenissever bulunca, yine de sağı solu telefonla aradı.

Sonra sahadaki antrenör-hakeme seslendiler.

Ve mutlu haber geldi.

Meğer o genç arkadaş, Çekmeköy Anadolu Spor Kulübü’nün kurucularındanmış.

Araştırmanın sonucunu bir kere daha almanın, pes etmemenin gururuyla adama yaklaştım.

Şöyle kısa bir diyalog geçti aramızda:

- Hocam ben kendime tenis oynayacak arkadaşlar arıyorum, kulübünüzün yerini tarif eder misiniz, bir de şu web sayfanızın mimarının kulaklarını çekeceğim, adressiz, telefonsuz site olur mu hiç?

- Abi bizim kulübün tenis kortları falan yok, o fotoğrafları sayfayı süslesin diye koduyduk, tenisten anlayan ortaklarımızdan bir tanesi, kortu olan sitelere gidip ders veriyor sadece, o da şimdi şehir dışında, siteyi kuran öğretmen ortağımız bize kızıp bizden ayrıldı, herhalde gıcığına silmiştir iletişim bilgilerini, önceden vardı çünkü, akşam ben onu arayıp diyeceğimi biliyorum.

Hayal kırıklığı ılık ılık aktı içime doğru ve ben tenis kıyafetlerimle sitemin boş kortlarına geri döndüm.

Umutsuzca elinde raketli birilerini aradım, ama nafileydi.

Köpeğini, bebeğini gezdirenler, fileleri çekiştiren veletler vardı sadece.

Çocukluk arkadaşım Turgay, kendisine top oynayacak arkadaş bulabilmek için her gece Florya civarlarındaki halı sahalara elinde yepyeni İngiliz Mitre markalı topuyla gider, eksik ya da topsuz gelen olur da beni de çağırırlar diye beklerdi.

Ben de onun bu haliyle bolca dalga geçerdim.

Başrolünde Steve Martin’in umutsuz yalnız Larry Hubbard’ı oynadığı, Arthur Hiller’ın yönettiği 1984 yapımı The Lonely Guy (Yalnız Adam) adlı bir film vardı.

Amerika’da, kalabalık metropol hayatlarının içinde yaşayan yalnız adamları hicvediyordu film.

Filmin bir sahnesinde apartman sakinleri, evinde gürültülü bir parti veren Larry’yi polise şikayet ediyorlardı.

Kapıyı çalan polisleri, dans etmekten ter içinde kalmış Larry Hubbard karşılıyordu.

Şikayeti anlatan polis memurları içeriye dikkatlice bakınca, aslında içeride kimsenin olmadığını, kalabalık gibi görünen insanların, aslında strafordan yapılmış mankenler olduğunu farkediyorlardı.

Durumum iyice Larry’ye dönmesin diye masa tenisi arkadaşlarımı telefonla aradım.

Kimisinin birine bir sözü vardı, kimisi yorgundu, özetle kimseyi bulamadım.

Kıyafetlerimin temiz kalmış olmasını teselli armağanı olarak kabul edemedim haliyle.

Bari oturup yaşadıklarımı yazayım dedim.

Eyy Antalya’nın bir eli yağda, bir ayağı kortta şanslı köfte tenisçileri...

Birbirinizin, güzel havaların, tenis arkadaşlığının kıymetini bilin.

Ben ettim, siz etmeyin…