FATURALI hizmet veren tüm kuruluşlar; yasal alacaklarının dışında hiç bir haklı gerekçeye dayanmayan, ne vicdani ve ne de insani olmayan 'kapama - açma, kesme – bağlama” adı altında yeni bir gelir kaynağı ihdas ettiler. Bu sektörlerin...
FATURALI
hizmet veren tüm kuruluşlar; yasal alacaklarının dışında hiç bir haklı gerekçeye dayanmayan, ne vicdani ve ne de insani olmayan “kapama - açma, kesme – bağlama” adı altında yeni bir gelir kaynağı ihdas ettiler.
Bu sektörlerin başında öncelikle insan yaşamını birinci derecede etkileyen su ve elektrik gelmektedir. Bunları,telefon ve internet sağlayıcılar takip etmektedir. Bir de sadece internet hizmeti alabilmek için zorunlu kılınan yani dayatılan sabit telefon hattı mecburiyeti var ki akıllara ziyan.
Su,
yaşam demektir. Temizlik demektir. Sağlık demektir. Faturasını şu ya da bu şekilde ödeyemeyen bir tüketicinin suyunu kesmek demek; senin, eşinin, çocuklarının yaşama hakkını kısıtlıyorum demektir. Oysa ki; sen “sosyal devlet” olduğunu söylüyorsun. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında da; “Türkiye Cumhuriyeti Devleti Sosyal Hukuk Devletidir” diyor. Peki, sen ne yapıyorsun? Adalet dururken, yargı dururken, “benim iç hukukum yasalardan üstündür” anlayışı ile insanların yaşama hakkını kısıtlayan orman kanunu uygulayarak suyunu kesiyorsun. Varsayalım doğru yapıyorsun. TC Devleti vatandaşı olan herkese iş, aş verebiliyor musun? Yani, milli gelirden payına düşeni verebiliyor musun ki, orman kanununu devreye sokuyorsun. Yani su parasını ödeyemeyen vatandaşa; git çal, çarp, hırsızlık yap borcunu öde demek istiyorsun. Peki, bunu büyük sermaye sahibi işletmelere, holdinglere de yapabiliyor musun? Sanmıyorum. Bunun yanı sıra; diyelim ki bir tüketici su faturasını ödemeyerek veya ödeyemeyerek suç işledi. Hukukta; bir kişi bir suçtan dolayı üç defa cezalandırılmaz. Yani, hem borcuna faiz uygulayacaksın, hem suyunu keseceksin ve hem de kesme-bağlama adı altında 28 TL bindirme yapacaksın.
Elektrikte
farklı değil. Suyu insanlar en azından sokak çeşmesinden veya komşusundan bir kova olsun bir şekilde temin edebilir. Ya elektriği, elbette ki günü kurtarmak için hiç bir şekilde temin edemez. Kimler faturasını ödeyemez? Bu konuda bir araştırma yapılsa, eminim ki; yüzde doksan beşi milli gelirden payını alamayan dar gelirli vatandaşlarımız karşımıza çıkacaktır. Elektrik faturasını ödeyemeyen tüketicilerimizi de, işledikleri bir suçtan dolayı üç defa cezalandırıyor ve bu da yetmezmiş gibi, buzdolabındaki yiyeceklerinin bozulmasını ve daha kötüsü, o evde yaşam ünitesine bağlı bir hasta var ise, onun da ölümüne neden oluyorsunuz. Buna ilave olarak; o evde bulunan tüm aileyi cezalandırıyor, öğrencilerin derslerini yapmalarını da engellemiş oluyorsunuz. Görülüyor ki; su kadar ve hatta daha fazla elektrik de hayat demektir. Yaşam demektir.
Desem ki; Eyyy EPDK, faturasını ödemeyen holdinglere, devasa turistik otellere, devletten ihale almış şantiyelere de aynı işlemi yapıyor musun? diye sorsam, ticari sırdır açıklanamaz cevabını alırım.
Telefon ve internete
gelince; insan yaşamını direkt olarak etkileyen bir hizmet olmadığı için, bağlantıları kısıtlayabilirsin. Yani hizmet vermeyebilirsin. Ancak; bir tuşa basıp kapatıp, bir tuşa basıp tekrar açtım diye açma – kapama bedeli alamazsın. Ancak, yapılan bu işlem bir hizmet satışı değil, apaçık bir nevi cezalandırmaktır. Hukuki değildir. İnsani hiç değildir. Olsa, olsa baskı yoluyla edinilmiş kolay kazançtır. Daha tüketici ile yapılan abonelik sözleşmelerine girmiyorum. Telefonla yapılan aldatıcı ve yanıltıcı aboneliklere girmiyorum.
Görülüyor ki; faturalı hizmet veren kuruluşlar özelleştirildikten sonra yasal kazançlarının dışında
“açma–kapama”
başlığı altında yeni ve yasal olmayan başka bir kazanç biçimini ülkenin gündemine oturtmuşlardır. Halka dayatılan bu uygulamada, elbette ki siyasi iradenin de payı çok büyüktür.