DEĞERLİ okurlar. Dünkü yazımda. Mustafa Kemal'in 16 Mayıs 1919'da Samsun'a hareket ettiğini, buna mukabil, bir gün önce, yani 15 Mayıs'ta Yunanlıların İzmir'i işgal ettiklerinin altını özellikle çizmeye çalışmıştım....

DEĞERLİ

okurlar.

Dünkü yazımda.
Mustafa Kemal’in 16 Mayıs 1919’da Samsun'a hareket ettiğini, buna mukabil, bir gün önce, yani 15 Mayıs'ta Yunanlıların İzmir’i işgal ettiklerinin altını özellikle çizmeye çalışmıştım.
Demek ki.
48 kişilik bir heyetle Atatürk’ün Bandırma vapuruyla 9. Ordu Müfettişi olarak görevlendirilmesi, bu ekibin belirlenmesi, başına da Mustafa Kemal’in getirilmesi öyle basit bir olay olamaz.
Bu çok ciddi bir planın parçası olmalı.
Bu planı kimin hazırladığı ve kimin nasıl onayladığı ya da onaylattığı konusunda somut açıklamalardan herkes kaçınıyor gibi!
Aslında, olaydan haberi olan da, onaylayanın da Vahdettin olduğu kesin.
Zira bir gün önce yani 15 Mayıs'ta Mustafa Kemal Paşa, padişahla görüşüyor.
Bu görüşmede.
Ne konuştukları bilinmemesine ya da bilinmezden gelinmesine karşın, konuşmanın içeriği ile ilgili de farklı spekülasyonlar yapılmakta.
Ama şu bir gerçek.
Bu operasyonun baş mimarı Vahdettin.
Sonra mı?
Sonrasını da, herkes kendine göre yorumluyor.
Daha doğrusu.
O tarihte.
Her şeye egemen olan güç.
Yani.
Mustafa Kemal ve arkadaşları.
Yepyeni bir ülke ve yepyeni bir rejim kurmaya karar verince, ister istemez, eski düzeni ve eski düzenin aktörlerini kötülemek zorundaydılar.
Türkiye adıyla yepyeni bir ülke ve yepyeni bir rejim kurmakta olanların.
Ümmetçilikten milliyetçiliğe geçerken, padişahlığın ve halifeliğin kötülüğünü ortaya koyup, Cumhuriyeti savunmaları kadar doğal ne olabilir.
Bunu yaparken de, padişahı ve kimi padişahları kötülemeleri normal.
Ben kendimi bildim bileli, iktidara gelen bütün siyasetçiler, kendilerinden önceki dönemle ilgili olarak "Enkaz devraldık" diyerek en acımasız bir biçimde eleştirilerde bulunabilmekteler.
Bence bunda yadırganacak bir şey yok.
Yadırganması gereken.
Aradan bunca yıl geçmesine karşın, kimi kurumsal yapıların eleştirilmesi normal olabilir ama geçmişte bu kurumların başındakilerin kişiliklerine, beceri ve beceriksizliklerine göre değil, salt bu kurumun başında oldukları için eleştirmeye devam edilmesi bana çok saçma geliyor!
Örneğin.
Padişahların kimi tabulaştırılırken, kimi de haksız yere, yerin dibine batırılmaya devam ediliyor.
Özellikle vatan haini olarak ilan edilmelerini saçma buluyorum.
Böyle bir suçlama.
Tirajı komik bir vaka!
Zira.
Bütün mülkün, yani vatanın sahibi padişahlar değil miydi?
Hala bugün bile.
İmparatorluklar döneminin bittiğinden, padişahlığın artık tarihe karıştığından sanki haberimiz yokmuş gibi davranıyoruz!
Bizim bugün için, salt soyut Cumhuriyet sözcüğüne değil, laiklikle, demokrasiyle taçlanmış, hukukun üstünlüğüne dayalı bir cumhuriyetin gerçekleşmesi için çaba sarf etmemiz gerekir.
Salt Cumhuriyet sözcüğüne odaklanırsak, laikliğe sırtını dönmüş, demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan, hukuku da, dine göre şekillendirmiş, İran İslam Cumhuriyeti'ne doğru da yelken açabiliriz.
19 Mayıs'tan dem vururken bu konulara girmemizin nedeni.
Dünün dünde kalmasından ve dünlerden ders alıp bugünlerimizden yarınlarımızı doğru planlamamız gerektiğinden söz etmeye çalışıyorum.
Sürekli toplumsal kutuplaşmalardan beslenerek, birbirimize düşman olarak ileriye gitmemiz mümkün değil.
Osmanlı döneminde de çok farklı partiler ve meclis vardı.
O zaman da siyasi kavgalar gırla gidiyordu.
Ben kendimi bildim bileli de devam edip gidiyor.
77 yaşında olduğumu da hatırlatmamda yarar var.
Bunun en az 50 yılını yani yarım asrı aktif siyaset yaparak ve bu konularda yazıp çizerek geçirdim.
Şimdi mi?
Siyasetin kenarından köşesinden yazıyor gibi yapıyorum.
Siyasetten nefret etmeye başladığımı itiraf etmemde de yarar var!