Belçika'ya taşınalı neredeyse iki ay oldu. Süreç dolu dolu ve yorucu geçti; önce yeni evimizi bulduk, oturum izinlerimizi onaylattık ve yeni kimliklerimize kavuştuk. Benim de her açıdan ama özellikle ekolojik açıdan Avrupa yaşam standartlarını gözlemleyecek bol bol vaktim oldu. Şimdi sizlere Brüksel’den sonra ikinci büyük şehir olan Antwerp’i anlatırken, çevreye duyarlı yaşam ilkeleriyle buradaki insanların nasıl doğaya minimum zarar verme çabasında olduklarından bahsedeceğim.
Antwerp güzel ve düzenli bir liman şehri. Birçok büyük şirketin burada faaliyet göstermesi ve Brüksel’e bir saat uzaklıkta olması nitelikli göç açısından bölgeyi cazibe noktası haline getirmiş. Şöyle etraflıca inceleyince bana birçok açıdan Ankara’yı çağrıştırıyor. İnsan sirkülasyonunun en yoğun olduğu bölge şehrin merkezinde yer alan Meryem Ana katedrali ve çevresi. Bölgeye yakın konumdaki Grote Markt meydanı hem alışveriş için hem de Belçika’nın kendine özgü mimarisini yansıtan binalarını yakından görmek için turistlerin uğrak noktası. Meydanın ortasındaki Brabo heykeli ise Antwerp’in simgesi olarak kabul ediliyor. Yine aynı çevrede bulunan ve barok tarzda inşa edilen tren istasyonu sadece ulaşım için değil, gezilip görülmek için de çokça tercih ediliyor. Bütün bu tarihsel zenginliklerin yanında, limanda yürüyüş yapmak bir de güzel havaya denk gelmişseniz limandaki mekanlarda zaman geçirmek şehri bizim açımızdan daha yaşanabilir hale getiriyor.
Taşınma sürecimizi tamamladıktan sonra ikametgah işlemleri için bulunduğumuz bölgenin belediyesine gittik. İşlemlerimiz tamamlandıktan sonra bize hediye mahiyetinde “Hoş geldiniz kutusu” verdiler. Bu kutuda bölgedeki restoranlar için indirimler ve uymamız gereken kuralları içeren bir sürü prosedür vardı. Bizim için bunlardan en karmaşığı çöp prosedürüydü. Türkiye’de de birçok yerde plastik, cam, organik atık prosedürleri uygulanmakta ama burada bütün evler belli kurallara uymak zorunda. Bulunduğumuz bölgede belli renklerdeki çöp poşetlerini marketten değil belediyeden belli bir ücret karşılığında temin ediliyor ve her bir çöp poşeti başka başka günlerde toplanılıyor. Eğer kurallara uymazsak belediye çöplerimizi almıyor, yani bizi cezalandırıyor. Tabi işin bu kısmı bizi strese sokmaya yetiyor dolayısıyla prosedürü ders çalışır gibi anlayıp, uygulamaya çalıştık. Başlangıç için zor olsa da çevre için bir şeyler yaptığımızı bilmek içimizi çok rahatlatıyor. Zaten bölgeye yakın çok fazla çiftlik bulunması sebebiyle organik ürün tüketimi burası için lüks değil. Herhangi bir marketten köy tavuğu, yumurtası, sütü bulabilmek mümkün. Çevreye en az zarar veren temizlik ürünleri ise bio-marketlerde diğer ürünlerle fiyat farkı olmaksızın ulaşılabilinir durumda. Son olarak da sizlere “Arabasız Hafta Sonu” etkinliğinden bahsetmek istiyorum. Geçtiğimiz hafta sonu bütün ülkenin büyük meydanları araçlara kapatıldı ve herkes bisikletleriyle ulaşımını sağladı. Atmosferi korumayı amaçlayan bu etkinlik özellikle çocuklar için çok keyifliydi. Meydanlarda kurulan mini parkurlarda küçük çocuklara nasıl bisiklete binileceği ücretsiz olarak öğretiliyordu, annelere ise bebekleriyle sürebilecekleri sepetli bisikletler konusunda destek standları kurulmuştu. E tabi bir de bisikletle yapılan akrobasi gösterilerini izlemek çok keyifliydi.
Sürdürülebilir çevre politikalarını ve karbon ayak izini çok önemsiyorum. Dünya gezegeninden iz bırakmadan geçmek zor, minimum iz bırakarak geçmek ise idealim. Burada çöpe verilen değeri gördükçe ekolojik geri dönüşümün bir hayal olmadığını ve uygulanabilir olduğunu anladım. Bu uygulamaların hepsinin en kısa zamanda ülkemde de uygulanmasını temenni ediyor, herkese güzel haftalar diliyorum.