Komşu yeni araba alınca başına gelecek olası bir kazayı savmak için kurban kesti. Kestiği kurbanın arka bacağının birisini de oğluyla bize göndermiş. Çocuk kapıda eti uzatırken

Komşu yeni araba alınca başına gelecek olası bir kazayı savmak için kurban kesti. Kestiği kurbanın arka bacağının birisini de oğluyla bize göndermiş. Çocuk kapıda eti uzatırken "Abbas amca, babam selam söyledi. 'Bu kurban eti, günah olur, bununla rakı içmesin' diyor" dedi.
Fesuphanallah! Adın çıkacağına canın çıksın daha iyi! Sanki ocakbaşında yediğin etle içince günah olmuyor! "Peki evladım. Babana selam söyle, kurbanını Allah kabul etsin" dedim. Eti çocuğun elinden alıp mutfağa girdim, hanım elimdeki eti görünce, annesinin yakaladığı avı gören aç aslan yavruları gibi sevinç gösterileri yapmaya başladı. Kadın haklı, et fiyatları yükselmeye başladıktan sonra aylar oldu, mutfağa et girmiyor. Yurt dışından etlik için getirilen angus mudur, angut mudur her neyse, bizim yerli danalara hiç benzemiyor, etinin lezzeti de bizim damak zevkimize uymuyor. İthal et ise ne idüğü belirsiz, İslami kurallara göre kesilip, kesilmediği meçhul. Aylar sonra karı-koca, ikimizin midesi de bu akşam et görecek diye bayram çocukları gibi sevinçliyiz.
"Mangal yakalım" dedim. Hanım, "Sen karışma, şimdi ben onu düdüklü tencereye koyar, kısık ateşte iki saat içerisinde tandır gibi yaparım" dedi.
Akşam oldu, sofraya oturduk, komşuya söz verdim, bu akşam sofrada rakı içmek yok, onun yerine ayran içilecek. Et gerçekten çok güzel olmuş, üzerine karabiberle kekik serpince, lezzeti daha farklı oluyor. Karı-koca ikimiz 2,5-3 kilo eti bir oturuşta yemişiz, farkında bile değiliz.
Yemekten kalktıktan kısa bir zaman sonra midemde kasılmalar, ardından şiddetli ağrılı kramplar hissetmeye başladım. Gaz sıkıntısından olacak düşüncesiyle hanımdan bir bardak soda istedim. Hanım her zaman ki yaptığı gibi, bir bardak suya bir çay kaşığı cep sodasını karıştırarak, üzerine de yarım limonun suyunu sıkıp bardağı elime tutuşturdu. Bir bardak sodalı suyu içmeme rağmen midemdeki ağrılar gittikçe artmaya başladı. Oysa kuru fasulye veya nohut ile birlikte bolca soğan yediğim akşamları da midemde oluşan gaza karşı hanımın yaptığı sodalı su, ince bağırsaktan başlayarak kalın bağırsağa doğru gazları hareket ettirirdi. Harekete geçen gazlar, uzun-ince bir yoldan geçerek kalın bağırsağın en uç noktasında gürültülü bir şekilde bedenimi terk ederdi.
Ama bu akşam öyle değil, sanki Fatih’in Macar asıllı Urbain ustaya döktürdüğü toplardan birinin güllesi gelip mideme oturmuş gibi. Topun güllesi Bizans’ın surlarını değil, midemin duvarlarını dövüyor, acı dayanılacak gibi değil. Hanım, yüz rengimin falan da değiştiğini görünce, bir koşu soluğu komşunun kapısında alıyor. Beni karga tulumba arabanın arka koltuğuna yatırdılar. Hanım arabada alnımda biriken terleri silerken, bir yandan da kurban etini gönderdiği için komşuya sitem ediyordu. Ben ise amentüye iman etmiş birisi olarak “Her şerde bir hayır, her hayırda bir şer vardır" diyerek hanımı daha soğukkanlı olmaya davet ediyorum.
Hastaneye geldiğimizi sedyeye konulunca anladım, acil serviste doktorların müdahalesi sonucu gözlerimi açtım. "Protein zehirlenmesi" dediler. Oh olsun, ülkemde kişi başı tüketilen yıllık et miktarını, bir akşam yemeğinde yemeye kalkarsan, bu ceza sana az bile. O gece acil serviste yapılan müdahalenin ardından, koluma bir de serum takarak beni odaya aldılar.
Sabahleyin aç karna gelip kan aldılar, tahliller sonucu kanda yüksek oranda şeker çıktı, tedavilerim sonucu hastaneden taburcu olup, eve dönerken hanıma seslendim:
"Hanım, demedim mi ben sana! Her şerde bir hayır vardır. Düşünsene şeker hastası olduğumu bilmeyerek yaşamanın riskini."
Cevap vermedi, sadece gözlerimin içine bakarak gülümsedi.