ALLAH (CC) kitapları, dinleri ve peygamberleri aracılığı ile insanların sahip olması gereken erdemleri( faziletleri) tek tek anlatmıştır. Bunlar iyilik, merhamet, adalet, cömertlik, bağışlayıcılık, alçakgönüllülük, hoşgörü, cesaret,...
ALLAH
(CC) kitapları, dinleri ve peygamberleri aracılığı ile insanların sahip olması gereken erdemleri( faziletleri) tek tek anlatmıştır. Bunlar iyilik, merhamet, adalet, cömertlik, bağışlayıcılık, alçakgönüllülük, hoşgörü, cesaret, sevgi ve saygıdır. Yaratan bu faziletlerin her insanda var olmasını ister. Bir de olmasını istemedikleri vardır. Bunlar da kötülük, zalimlik, cimrilik, kindarlık, kibir, nefret, iftira, gıybet, öfke ve riyakarlıktır. Bu özellikler incelendiğinde birincilerin bir insanda olması, ikincilerin de bir insanda olmaması gereken özellikler olduğu hemen anlaşılır. Kime sorarsak soralım hemen hemen hiç kimse bunların aksini söylemez. Fakat iş uygulamaya gelince büyük çoğunluğumuz ikincileri daha kolay yapılabilir olarak görürüz. Çünkü içimizdeki hayvani nefs bize bunu emreder ve kötülük yapmanın daha kolay olduğunu söyler. İyilik yapmak zor gelir. Nedeni, iyilik yapmamızın bize maddi veya manevi külfetinin olmasındadır. Oysa kötülük yapmanın maliyeti yoktur. Basit bir örnek verecek olursak; öfkelendiğimiz birinden hırsımızı çıkarmak varken bağışlarsak, gururumuzdan vazgeçerek manevi bir bedel ödemiş oluruz. Halbuki karşılık verirsek gururumuzdan fedakarlık yapmamış oluruz, bu da bizi manevi kayıptan kurtarır. İnsanoğlu maddi veya manevi olsun kendinden bir şeyler vermeye meyilli değildir. Daha doğar doğmaz kendine ait olanların sınırını çizmeye başlar. Ona ait olan bir şeyi elinden almaya kalkarsanız yaygarayı koparıp ortalığı ayağa kaldırır. Yıllarla birlikte bu sahiplenme duygusu da sınırlarını genişletir. Bu sınırlardan fedakarlık yapmak gün geçtikçe zorlaşır. Elde ettikçe de daha fazlasını isteme eğilimindedir. Ve bir gün gelir başkasının sınırlarını da arzulamaya başlar. Sahip oldukları onu tatmin etmez olur. İçindeki kötü erdemler gün ışığına çıkar. Sahip olduğu hayvani nefs onu hayvanlar gibi davranmaya zorlar. Yeryüzündeki hayvanların hiçbirinde erdemli davranışlar göremezsiniz. Onlar doğaları gereği içgüdüsel davranışlar sergilerler. Bir hayvanın yavrusu dışındaki (O da sadece belli bir süre) hayvanlara merhamet, sevgi ve saygıyla yaklaşması mümkün değildir. Onlardan böyle bir şey de beklenemez. Kendisi aç iken başka bir hayvanı doyurması ya da onu yiyeceğine ortak etmesi söz konusu değildir. Fakat bir çok insan bunu düşünüp yapar. Çünkü insanoğlu düşünce gücüne sahip tek yaratılandır. Ondaki akıl her davranışın belirleyicisidir. Fakat nefsi emmare (Sahibine emreden nefs) onun aklını kullanmasını engelleyerek içgüdü ile davranmasına sebep olur. Bu da insanı ilk yaratılışına yani mahluk olarak yaratılmaya geri götürür. Çünkü nefsi emmare ile hareket eden insanın hayvandan artık farkı kalmamıştır. Hayvanlıktan kurtulmanın yolu nefsi emmareden kurtulmakla başlar. O zaman içgüdüsel değil aklın düşüncesiyle davranma yavaş yavaş öne çıkmaya başlar. Kendisi dışındaki yaratılanları düşünmek, sevgi ve saygı ile diğer erdemler kendini az da olsa artık gösterir. Tasavvufun büyük alimlerinden Muhyiddin İbn Arabi bu aşamadaki nefse nefsi levvame (sahibini sorgulayan nefs) adını vermektedir. Her insanın nefslerini bilmesi ve onu tanıması zorunluluktur. Çünkü bu aynı zamanda kendini tanımak demektir. Her 'Müslüman'ım' diyenin de en az İslam'ın şartlarını bilmesi gibi bilmek zorunda olduğu şartlardandır. Çünkü Peygamber efendimiz (SAV) bir hadisinde "NEFSİNİ BİLEN RABBİNİ BİLİR" diyerek bu konunun önemine dikkatleri çekmiştir.