​YİNE o büyülü zamana yaklaşıyoruz! Hani şu, takvimdeki son hane değiştiğinde, hepimizin dar gelirli cephesinde yüzleri güldüren...

Evet, şaka yapıyorum. Yılbaşı gecesi saatler 00:00'ı gösterdiğinde, bizler yeni bir yıla girmenin "mutluluğunu" yaşarken, ben o anlarda iğneden ipliğe hemen her ürüne işlenecek olan zamların etkisini, yıllara dayalı tecrübeyle bilmenin o derin bilgelik dolu hüznünü yaşıyorum.

​Çünkü bizim memlekette yılbaşı, takvimdeki rakamların değişmesinden ibaret değildir; aynı zamanda enflasyonun "start" düğmesine yeniden basılmasıdır.

Bu ikili, adeta at başı giden, birbirini seven ama sürekli birbirinin cebini boşaltan iki eski dost gibidir.

​Gündemin birinci maddesi elbette ki: Asgari Ücret Beklentisi.

​Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) sağ olsun, bize her zaman bir "resmi" gerçeklik sunuyor. Diyor ki, "Enflasyon bu kadar, zammı da bu kadar yapın." Bu mantıkla, yılda sadece bir kez yapılacak olan asgari ücret zammının ve memur, emekli maaş artışlarının, gerçekleşen enflasyon oranının üzerine afaki bir sıçrama yapması, mevcut ekonomik koşullar altında, uzaya roket fırlatmak kadar imkânsız görünüyor.

​Bizde rakamlar artarken, enflasyon da artar. Arada bir Şubat etkisiyle 28 günü görsek de (hani kısa ay ya, belki zam az olur), Mart hemen devreye girer ve o sihirli 3 puanı (en az) artırır, böylece ekonomi treni rayına geri oturur.

Yeni bir yıla, yeni bir zam döngüsüyle başlamanın klasiği, maalesef bozulmaz bir gelenek halini aldı.

​Konuyu yerel siyasete, Alanya'ya taşıyalım: CHP İlçe Başkanı Bülent Kandemir’in 39 bin 500 TL seviyesinde bir asgari ücret çağrısı yapması, sadece bir beklenti değil; aynı zamanda partisine, yani CHP'li Alanya Belediyesi'ne yapılmış siyasi bir göndermedir.

​Eğer belediye bu rakamın altında bir ücret belirlerse, Başkan Kandemir, siyaseten eleştirilerin odak noktasına oturur ki, bu da ülkemiz siyaseti için "alışılagelmiş bir salı günü" demektir.

Bu tür yerel çıkışlar, asgari ücret tartışmasının ne denli politize olduğunu ve maaş zamlarının artık sadece bir geçim meselesi değil, aynı zamanda önemli bir siyasi rekabet aracı haline geldiğini açıkça gösteriyor.

​Peki, asgari ücretin azlığı çok mu tartışılacak bir konu? Aslında değil.

​Esas mesele şudur: Türkiye'de asgari ücretle çalışan sayısının yüksekliğidir.

​Bu, bir ülkenin sadece en düşük ücreti değil, genel ücret politikası ve ekonomisinin ne kadar "iyilik" ürettiğinin de göstergesidir.

Eğer bir ekonomi, çalışanlarının büyük bir çoğunluğuna en düşük seviyeyi reva görüyorsa, burada sistemsel bir sorun var demektir.

Asgari ücret, adından da anlaşılacağı gibi, istisnai durumlar için belirlenen bir taban olmalı; genele yayılmış bir ücret standardı değil.

​En düşük ücret sarmalından çıkmanın yolları aranmalı, katma değeri yüksek üretim teşvik edilmeli ve mesele kökten çözülmelidir.

​Aksi takdirde, biz her yıl 31 Aralık gecesi, cebimizdeki para erirken, takvim yaprağındaki yeni rakamın "mutluluğunu" yaşamaya devam edeceğiz.

Esen kalın...