ZİRAATÇILIĞA
ya da ilahiyatçılığa falan soyunmuş değilim.
Sadece, devleti asmaya benzetip, böylesine mükemmel bir bitkiyi sarıp sarmalayarak kurutmaya çalışmış FETÖ örgütünü, bir nevi zehirli sarmaşığa benzetmeye çalışıyorum.
İnanılır gibi değil.
Akıl alacak şey değil.
İlkokul mezunu bir imamın peşine takılan, okumuş ya da diplomalı cahillerin, ülkesine ve ülke insanına ihanet edebilecek bir noktaya taşınmaları, insanın kanını donduruyor.
Eğer bir toplum, Yaradan’ın yarattığı canlı cansız tüm evrensel fenomenlerin nedenlerini ve niçinlerini bilimsel anlamda okumaya çalışan bilim adamları yerine, dogmatizme dayalı dinsel söylemler ve sözde din adamları yoluyla toplumu dizayn etmeye çalışmak kadar yanlış bir şey olmadığı bir kere daha ortaya çıkmış durumda.
Yaradan’a inancın fıtri yani doğuştan olduğu ve Yaradan'la kul arasına kimsenin giremeyeceği, dinsel öğretinin temel taşı olmasına karşın, çok küçük yaşta çocukların, sözde din adamlarınca, şu ya da bu amaçla beyinlerinin yıkanabildiklerini, 15 Temmuz darbe girişimindeki rezillikte ve insanlık dışı acımasızlıkta gördük.
Bu rezil süreçte, laikliğin ne denli önemli olduğu ve de siyasi arenada siyasetçilerin dinsel söylemlere ağırlık vermelerinin ne denli yanlış olduğunu da artık anlamış olmalıyız.
“Onların topu tüfeği varsa bizim de Allah’ımız var” diyerek her şeyi Allah’a havale etmenin ne kadar yanlış olduğunu en azından devlet adamlarının çok daha iyi bilmeleri gerekir.
İnşallah bu söylem, sadece toplumun bir kesimine sadece siyasi bir mesaj olarak yapılmış olsun!
Her şeyimizi Allah’ımıza havale edeceksek, o zaman ne orduya ne de polise ihtiyaç yok demektir!
Bugünkü dünyada, Yaradan’a yönelmeye çalışan insanoğlunun, ne kadar çok sayıda ve de çok farklı inançlara yöneldikleri bir gerçek.
Aynı dine ve aynı kitaba bağlı olan insanların bile, çok farklı, mezhep, tarikat ve cemaatler şeklinde, insanları Yaradan’a yöneltme iddiasıyla belli yapılanmalar içine girmekteler.
Bunlardan hangisinin doğru olduğu konusunda kimse, inançları sorgulamaya, araştırmaya bile gerek durmayıp, birilerince bir biçimde öğretilen her şeye küçük yaştan başlayarak, körü körüne inanarak, bir anlamda, insanları Allah’la aldatanların, kendilerince ortaya koydukları bir din anlayışının peşinden sürüklenmekte.
Son günlerde kaderi ilahi sözcüğü sürekli seslendirilmeye çalışılıyor.
Eğer kader Yaradan tarafından belirlenmiş kesin bir hüküm olsaydı, hiç kimse, işlediği suçtan dolayı cezalandırılmaması gerekirdi.
Zira işlenen suç bir anlamda Yaradan’ın emrinin yerine getirilmesi anlamına da gelir!
Halbuki, kader konusu Levh-i Mahsuz da net bir biçimde anlatılmakta.
Alna yazılanlar, Yaradan’ın bizim ne yapmamız gerektiğiyle ilgili değil, bizim ne yapacağımızı bildiğinden yazdığı şeylerdir.
Takvim Ay’ın şu tarihte ve şu saatte tutulacağını yazar.
Ay, takvim yazdığı için mi, yoksa ay tutulacağından mı takvim yazmıştır?
Takvim, Ay’ın tutulacağını, bilimsel olarak araştırmaların sonucunda yazmıştır.
Alın yazısındakileri de Allah bizim dünyada ne yapacağımızı bildiğinden yazmıştır.
Yani, siyaset ve de devlet adamlarımızın, dini söylemlere ağırlık verip, din adamı gibi açıklamalarda bulunmaları, dinsel yapılara ciddi yatırımlar yapılması, bir anlamda Allah’la kul arasına girme ya da siyasi rant elde etme anlamına gelebileceği gibi, çocuk yaşta gençlerin din gibi çok hayati bir konuda eğitilmeye çalışılmaları, bu gençlerin dünyevi gerçeklerden uzaklaştırıp, uhrevi bir yöne bilinçsizce yönelmelerine neden olurken, bu gençleri de, kimi ihanet ve çıkar odakları da rahatlıkla kullanma imkanı bulurlar.