“Ah Bu Zamane Gençleri Yok mu?” isimli bir önceki yazımı okuyanlardan aldığım ortak bir tepki var aslında: “Bu yazdıklarında ciddi misin? Nasıl yani gerçekten zamane gençleri dediğimiz kavram aslında biz olgunlaşıyoruz diye mi ortaya çıkıyor?”.
Sonra bir sessizlik hakim oluyor ortama ve “Evet. Haklısın galiba. Şöyle bir düşündüm de, ben gençken bizim büyüklerimiz de bizleri zamane gençleri olarak tanımlıyordu.” cümlesiyle sessizliği bozuyor telefonun ucundaki ses.
Sonra bir süre daha sanki hiç bozulmayacakmış gibi bir sessizlik çöküyor ve asıl ilginç olan tepki su yüzüne çıkıyor aniden: “Hayır, hayır… Biz böyle değildik. Biz de saygı da vardı sevgi de vardı. Biz büyüklerimizi dinlerdik, büyüklerimizin söylediklerine değer gösterirdik. Onlar konuşurken susar dinlerdik, bencillik nedir bilmezdik. Oysaki şimdikiler öyle mi? Bir baksana Allah aşkına…”
Bir anda dudaklardan dökülen bu cümleler birçok insan için beklenmedik olabilecekken benim için neredeyse sıradan olarak tanımlayabileceklerimin arasında yer alıyor. Yer, zaman fark etmeksizin dudaklardan “Ah bu gençler…” diye başlayan cümleler dökülüyorsa eğer, olacaklar da peş peşe gerçekleşiyor hiç değişmeden. Önce gençleri sorgulama ve acımasızca eleştirme, koyulaşan sohbetten sonra bir önceki yazımda yazdıklarımı dillendirmem ile yaşanan şaşkınlık, kısa süreli sessizlikten sonra gençlere hak veriş, uzun bir sessizlik ve “Hayır, hayır…” cümlesiyle beliren reddediş.
Bu durumda hep aynı soru gelir aklıma. Nedendir gençlerle aramıza ince bir çizgi çizme isteğimiz? Çizginin bir tarafına üst nesilleri koyarken, çizginin diğer tarafına da gençleri koyarak nesilleri birbirine ötekileştirmemiz. Her ötekileştirme ile o incecik çizgiyi daha da kalın hale getirmemiz ve bir süre sonra da aynı dili konuşamıyor olmamız.
2015 yılında yapılan bir araştırma sonucu tam olarak bu gerçeği gözler önüne seriyor. Araştırmada üst nesillere gençler hakkında neler düşündükleri soruluyor ve sizin de tahmin edeceğiniz cevaplara ulaşılıyor: Saygısızlar, sadık değiller, her şeye cevap veriyorlar, benciller, sorumsuzlar... Aynı soru genç nesle de yöneltiliyor: “Sizce siz nasılsınız?”. Gençlerin verdikleri cevap incelendiğinde kendilerini sorumluluk sahibi ve sadık olarak gördükleri ortaya çıkıyor. Sonuç bir hayli ilginç: Ya genç kuşağın farkındalığı düşük ve kendilerinden bihaberler ya da tanımlamaları bizim tanımlamalarımızdan oldukça farklı.
İşte belki de tam olarak burada içimize bir nebze su serpecek bazı bilgileri paylaşmam gerekiyor sizinle. Öncelikle gençlerle aynı dili konuşmamız gerekiyor. Yani gençlerin tanımlamalarının içinde bulundukları yüzyıla göre değiştiğini kabul etmeliyiz. Örneğin üst nesil için bir spor ya da silah aracı olarak bilinen “Boomerang (bumerank)” kelimesinin gençler için sosyal medyada 1 dakikalık videolar paylaşmasına imkan sağlayan bir uygulama anlamına gelmesi. Gençlerin yüzyılında bu kelimenin anlamı tamamen değişmiştir. Tıpkı sadakat kavramının anlamının değişmesi gibi: Üst nesil tarafından birisine ya da bir nesneye bağlı kalmak iken sadakat, genç nesil için kendisine, hayallerine, hedeflerine adanmışlık anlamına gelmekte.
Değişen tek şey dil de değil üstelik. Gençlerle üst nesil ile aynı şekilde motive olmuyor, olaylara aynı bakış açısı ile yaklaşmıyor, aynı tepkileri vermiyor. Aynı şeylerden kaygılanmıyor, aynı şeylerden mutlu olmuyor, aynı şeylerden korkmuyor. Farklı iki dünya var: Gençlerin dünyası ve üst neslin dünyası. Kullanılan dil, sergilenen tutum ve davranışlar, yaşanan duygular, motivasyon kaynakları, düşünce biçimleri ve inanışlar iki dünyada birbirinden çok farklı. İşte bu yüzden zamane gençlerini anlayabilmek için sadece dillerini anlamak yetmez aynı zamanda gençleri 21. yüzyılın ruhuna ve gerçeğine göre değerlendirebilmeliyiz.
Çünkü Gorki’nin de dediği gibi: “Geçmişin arabaları ile hiçbir yere gidemezsiniz.”