Pam Brown’un "Kadınlar, dünyada 2’nci sınıf yaratık olarak görülürler ama dünyayı bir arada tutan da onlardır" diye bir sözü var. Ne kadar da doğru!
8 Mart Dünya Kadınlar Günü…
Ah kadınlarımız, vefakârlarımız, analarımız, bacılarımız…
Lafta modern ve sürekli gelişmekte olan bir toplumuz. Peki ya beyindeki gelişim, o ne âlemde? Kadına verilen değer(sizlik), önem(sizlik) o ne olacak? diye sormadan geçemiyorum.
Son yıllarda giderek artış gösteren ve sinsi bir virüs gibi yayılan kadına yönelik şiddet (aile içi şiddet, gelenek görenek kaynaklı toplumsal şiddet) nedeni ile Türkiye’de hemen hemen her 3 kadından 1’i sakat kalmakta ya da bir hiç uğruna hayatını kaybetmektedir. Kimi eski eşi, kimi sevgilisi, kimi ise en yakın arkadaşı tarafından bu insanlık dışı işkencelere maruz kalarak ölümle karşı karşıya gelmekte, korkup sesini çıkaramadığı için bu işkencelere göz yummakta ya da kendi hayatına son vermektedir.
Bu kadar kolay olmamalı! Bunca saçmalığa niçin bir türlü son verilemiyor?
Neredeyse her gün gazetelerde, TV ve radyo kanallarında, sosyal ağlarda kadına yönelik şiddet içerikli çeşitli haberlerle karşılaşıp, üzülüyoruz. İstatistiklere göre, son 7-8 yılda kadın cinayetlerinin giderek arttığını söyleyebilmek mümkün. Her 4 kadından biri okuma yazma bilmiyor. Kadınların sadece yüzde 3,9’u yüksekokul mezunu… Kadın işçilerin istihdama katılım oranı yalnızca yüzde 30; işsizlik oranı ise yüzde 17 civarında. Nüfusun yarısı kadın olmasına rağmen TBMM’de kadınların temsil oranı yalnızca yüzde 8,7, yerel yönetimde ise binde 5. Kadınların neredeyse yüzde 65’i hiçbir sosyal güvenceye sahip değil. İzinli günleri iptal edilerek, günlerce çalıştırılıp, tabir-i caizse kanı emildikten sonra parasını bile al(a)madan kapı dışarı edilen zavallı kadınlarımız, nedense hep mağdur. Milyonlarca şiddet mağduru kadın olmasına rağmen, 81 ilde sadece 65 kadın sığınma evi var ve şiddet gören kadınlar, ekonomik koşulları sağlayamadıkları takdirde 3 ay sonunda sığınma evinden gönderiliyorlar.
Bir yazı okumuştum Taraf Gazetesi muhabirlerden Tuğba Tekerek'in kaleme aldığı... Tekerek'in şiddet gördüğünü söyleyerek İstanbul'da bir kadın sığınma evine girdiğini ve orada yaşadıklarını kaleme aldığını anlatan bir yazı, bu. Kadın sığınma evinde 3 gün kalan Tekerek: "Gördüm ki sığınak sayesinde bazı kadınlar canlarını kurtarabiliyorlar; ama bunun için bir yatakta dört kişi yatmaya mecbur kalıyor."
Okurken içim titremedi desem yalan olur. Her bir kadının yerine tek tek koyarsanız kendinizi, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız diye düşünüyorum.
Sığınma evleri... Kalma süresi 3 ay ile sınırlı olan hani... Süre bitiminde iş bulamadığı takdirde evi terk etmek zorunda kalan zavallı kadının neler yaşadığını tahmin etmek zor olmasa gerek… Çaresizlikten yine yeniden şiddet gösteren erkeğin yanına dönüyor. Sonrası mı?
Hiç!
Muhtemelen her şey yeniden başlıyor.
Belki de bu sefer daha da sertleşiyor, adam olmayan erkek! Kendisini şikâyet ettiği için kadına yapmadığını bırakmıyor; vahşice, kendini kaybedercesine...
Yükselen çığlıklar eşliğinde; söndürülen bir ömür, bir yaşam!
Ve bu ortama şahit olan günahsız çocukların yaşadıkları...
Aşağılanan, sesi çıkmamaya zorlanan, üzerinde güç denemeleri yapılan, kendi haklarını savunmasına müsaade edilmeyen, haklı da olsa haksız konumuna düşürülen, gözü yaşlı, yüreği buruk masum kadınlarımız…
Oysaki bir toplumun kadına verdiği değer, geleceğine verdiği önemin bir göstergesi olarak kabul edilmeli bence. Birileri "Dur" demeli artık bu saçmalığa! Kadına, şiddet içerikli uzanmamalı eller. Türkiye’nin kanayan yarası olan, kadına yönelik şiddet son bulmalı artık!
Çalışıp kendi parasını kazanan, çocuğunun karnı açken kendisi tok yat(a)mayan vefakâr, merhametli, elleri öpülesi, ayakta saygıyla alkışlanılası, baş tacı yapılası altın kalpli kadınlarımız…
Toplumun yarınlarını oluşturacak olan çocukları bir gün bile hayıflanmadan özenle yetiştiren, annelik onuru ile şereflendirilen örnek kadınlarımız…
Bin bir laf işitse de kulağını tıkayıp işine devam eden, hayallerinden umutlarından asla vazgeçmeyen, hayatın temposuna var gücüyle ayak uyduran, inandıkları uğruna sonuna dek savaşan inatçı, azimli kadınlarımız…
Varlıkta da yoklukta da, açlıkta da toklukta da ben demeyip “biz” olmayı başarabilen, omuz omuza sırt sırta verebildiğimiz en yakın dostlarımız, sırdaşlarımız kadınlarımız...
Hormonal değişikliğin yarattığı fizyolojik, psikolojik hiçbir sıkıntıyı kafasına takmadan, karnında 9 ay boyunca çocuğunu taşıyan, işyerinin tüm sıkıntı ve stresini eve geldiğinde kapı dışarı bırakan düşünceli kadınlarımız…
Yorgun olsa da size asla belli etmeyerek işten geldiğinizde önünüze en az 2-3 çeşit yemek koyan, tek bir yastıkta koca bir ömrü paylaşacağınız çalışkan kadınlarımız…
“Akşama ne yemek pişireceğim?” derdine düşen, evi derleyip toplayan, en yorgun halindeyken bile, işe giden, eşini ütülü şık kıyafetlerle giydirip kapıdan güler yüzle uğurlayan, okyanus yürekli, sevgi pıtırcığı kadınlarımız…
Savaşta askere cephanelik taşıyan korkusuz şanlı kadınlarımız, ailesi için canını feda edebilecek yüreklilikte olan vakur duruşlu kadınlarımız, komşusu açken kendisi tok yat(a)mayan merhametli kadınlarımız…
Hatalarımızı görmezden gelen, kusurlarımızı affeden, ayıplarımızı örten, bize doğru yol da kılavuzluk eden önder kadınlarımız…
Onlar takdir edilesi, elleri öpülesi, yaradan tarafından sizlere verilmiş olan büyük bir lütuf, şükür, teşekkür sebebi…
Onların hepsi de benim kahramanım…
Keşke daha çok şey yapılsa da, son bulsa şu zalimce saçmalıklar! Kadınlarımız keşke daha çok değer görseler, sevilip sayılsalar… Keşke kıymetleri bilinse, yaptıkları takdir edilse… Kadına şiddetin yok olduğu, kadınların tıpkı bir çiçek gibi sevilip, değer gördüğü bir dünyada yaşasak keşke.
Kadınlarımıza 365 gün boyunca aynı değeri versek bile yine de ödeyemeyiz haklarını. Unutmayın; kadınlarınız, sizin kahramanınız. Bugün kalbinizin en derinlerinde, gözünüzün bebeğinde saklı kalan bir cümlenizi onlara söyleyin. Kadınlarımızın hak ettikleri şekilde yaşayacakları bir dünyaya kavuşabilmek ümidiyle… 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü hep birlikte saygıyla analım. Sevgiyle…