İNSANLIĞIN
ve özellikle devletlerin kurulmasından sonra, bu devletlerin birbirleri arasındaki ilişkinin nasıl olacağı, güç odaklarının nasıl oluşacağı ve paylaşılacağı, birçok kişi tarafından merak edilmiştir.
Buna ilişkin birçok yapıt, bilimsel gerçeklerden kehanetlere kadar birçok iddia içermektedir.
Yakın tarihte güç odaklarının nasıl oluştuğuna kısaca bakalım.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika’nın da başlı başına bir güç olarak kendini göstermesiyle, on yıllar boyu topraklarında savaş gören Avrupa’nın bu durumu kabullenmekten başka çaresi kalmamıştı.
Soğuk savaş dönemi olarak bildiğimiz dönemde de, bilimsel ve teknolojik yönleriyle öne çıkan Amerika ve Sovyet Rusya, o dönemin iki kutuplu dünya düzenini oluşturmuştu.
Olimpiyatlardan askeri birimlere, kültür sanata kadar her alanda yarışan bu iki süper devlet, diğer ülkeleri de kendilerine göre konum almaya zorlamıştır.
Soğuk savaş sonrası Sovyet Rusya’nın parçalanmasından sonra iki kutuplu dünya düzeni de sona ermiş ve Amerika üzerinden şekillenen tek kutuplu bir dünya düzenine geçilmiştir.
***
Yeni dünya düzeni dediğimiz nokta da tam burada başlıyor.
Son yıllarda Avrupa’da ayrı Uzakdoğu’da ayrı yükselen birçok güç, artık tek kutuplu dünya düzeninden farklı bir oluşuma geçileceğinin sinyalini veriyor.
Amerika’da değişen yönetim, silah endüstrisinin ve petrol sektörünün içine girdiği açmazlar, bir değişimin gelmekte olduğunu gösteriyor.
***
Aslında bu durumu günlük yaşamımızda bizler de fark ediyoruz. Dış politikada yaşadığımız birçok sorun aynı zamanda bunun ürünü olmakta.
Ülke sınırlarımızda yaşanan sorunlar başta olmak üzere, bugün Suriye’de yaşanan tüm kavgalar, aslında güç odaklarının biriktirdikleri güçlerini birbirine karşı test etmesinden ibaret olmakta.
Yani rekabet yeni başlıyor.
Altyapılarını hazırlayan ülkeler, büyük ihtimalde 2020’lerde gerçek anlamda güçlerini göstermeye başlayacaklar.
***
Buradaki asıl mesele, bizim bu yeni dünya düzenine ne kadar hazırlanmış olduğumuz, nasıl reaksiyon göstereceğimiz.
Aslında tüm devlet büyükleri de bu durumun farkında ve en iyi şekilde de hazırlanmak istiyorlar.
Bu yazıların yazıldıkları sırada 16 Nisan Anayasa Referandumu'nun sonucu henüz bilinmiyor.
Ancak üzücü olan nokta, bu referandumun, Türkiye’nin pozisyon alma noktasında herhangi bir fayda sağlamayacağıdır.
Bu referandum, bizleri yeniden kutuplaşmaya doğru yönelen dünyada birleştirmeye değil, aksine düşünce farklılıklarıyla ayrıştırmaya neden olacak.
Bu noktadan sonra yapmamız gereken tek şey, hızlı şekilde üretmeye odaklanarak, cumhuriyetin kazanımlarını kaybetmeden, geçmiş değerlerimizi unutmadan esas birliğimizi sağlamak.
İç siyasette oy almak uğruna, sadece sözden ibaret çalışmalar yerine, gerçek anlamda birlik olmaya davet edici, başkasını dışlamayıcı bir dil kullanmak.
***
Bu hafta yazımızı daha kısa tutalım.
Sanırım asıl meseleyi hepimiz anladık.
Daima üretken olacağımız, kısa süre içerisinde en iyi teknolojiyi kullanarak yeni dünya düzeninde gerçek yerimizi alacağımız günlere başlangıç olması umuduyla bu haftalık veda ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.