Yaz mevsiminin kızgın yüzü kendini gösterdi mi, bir yandan denizden esen meltemle serinlerken bir yandan da içimizi yakan yangın haberleri düşer gündemimize. Özellikle Alanya gibi ormanla iç içe geçmiş bölgelerde herkesin aklında aynı soru: “Bu yangın nasıl çıktı?”
Cevap, genellikle aynı. Elektrik hatları.
Rüzgârla dans eden eski bir tel, kuru dallara temas eder. Kıvılcım çıkar. Geriye ne ağaç kalır ne kuş. Dağ duman, gökyüzü karanlık...
Peki bunun önüne nasıl geçiliyor?
Planlı elektrik kesintisiyle.
Akdenizedaş, riskli günlerde kırsalda elektriği keserek önlem alıyor. Yerinde bir karar mı? Evet. Ama çözüm mü? Hayır.
Elektriği kesmek, yangın çıkmasın diye yapılan geçici bir pansuman. Oysa sorunun asıl kaynağı yıllardır el sürülmeyen, bakımsız, demode enerji altyapısı. Teller hâlâ çamaşır ipi gibi ağaçların arasından geçiyor. Trafoların çoğu, bir arıza çıksa yedek parçası bile bulunamayacak kadar eski.
Soruyorum: Elektrik şirketi olmak sadece fatura kesmek midir?
İşi sadece enerji dağıtmak olan bir kurum, neden enerji güvenliğini sağlamak için yatırım yapmaz? Neden her yaz mevsiminde, “Bu yıl da yanmasak iyi” korkusuyla yaşamaya mecbur bırakılır vatandaş?
Çiftçiye "sula" diyen tarım yetkilileriyle, "elektrik yok" diyen dağıtım şirketi arasında ezilen üreticiye ne demeli? Rüzgâr var diye elektrik kesiliyor, ama seradaki muzun rüzgâra değil suya ihtiyacı var. O su da pompalarla geliyor. Elektrik yoksa pompa da yok.
Yangınla mücadelede önlem almak şart. Ancak bu önlem, elektrik kesmek kadar basit ve maliyetsiz olmamalı. Cesaret ister, vizyon ister. Yatırım ister.
Kuru otun suçu yok. Kalın sağlıcakla.