Üniversiteli yıllarımız ülkücüler için daha elverişliydi. Yurtlar, üniversiteler, sokaklar hemen hemen ülkücülerin hâkimiyetine geçmişti. İllegal sol kontrol altına alınmaktaydı. Bazı militanist fanatik guruplar dışında sosyalizm ideolojisi Dokuz Işık Doktrini karşısında çürümüş, çökmüştü. Ancak, can güvenliği açısından sıkıntılar bitmiş değildi. Bir ara Ülkü Ocakları kapatılmış, yerine Büyük Ülkü Derneği kurulmuştu.
En büyük tehlike legal sol hareketlerin içine sızmış İllegal sol fanatikleriydi. İşçi eylem ve gösterilerinde dahi orak-çekiç bayrak taşınmaktaydılar. Marksist-Leninist guruplara Maoist guruplar da ekleniyordu. Ayrılıkçı fikir hareketleri ülkücü-devrimci gurupların ötesinde sol özünde iç fraksiyonlara ayrışmaktaydı. Ülkücü savunma hattında, sağcı gençlik hareketi yoktu. Solcular kendilerinden olmayanları sağcı, faşist, kapitalistlikle suçluyorlardı. Halbuki ülkücüler Anadolu kırsalının köylerinden kopup gelmiş fakir fukara, gariban aile çocuklarıydı. Sanırım dönemin sosyalistleri "Köy" deyince kırsalları değil, "Kadıköy, Yeşilköy, Erenköy..." gibi sosyetik yer isimlerini anlıyorlardı. Aslında solun militan kitlesi de garibanlardandı. Savaşın nedeni belli ki kapitalizme karşı daha iyiliğine inanılan soldaki düşünce akımları, fikirlere inanmışlık, ruhi saplantılı.
Sol içinde muhtemel vuku bulacak olaylara karşı tedbir için, 1 Mayıs 1977, pazar günü, gün boyunca ülkücülerin yurtlarından ayrılmaması tavsiye edilmişti. Hatta çıkış kapıları kilitli tutulmuştu. Bu gün tarihe "Kanlı 1 Mayıs" diye geçti. Taksim meydanındaki İşçi Bayramı katliamında 34 kişi ölmüştü. Alanya bu olayı "Niyaziler Ölmez" sloganıyla tanımaktaydı. Belli ki fraksiyon tartışmaları Maocu–Marksist guruplar arasındaydı.
O devirde solculuk da, ülkücülük de güçtü. Solcular milli ve dini, sosyo-kültürel yaşamlarında içki içer, aşk yaşar, barda pavyonda eğlenebilirlerdi. İstisnalar kaideyi bozmaz ama bazı bayan öğrencilerin, "Ülkücüler bize "Abla, bacı, kardeş," diye hitap ediyorlar, "Bizler de solcularla eğlenip, hayatı yaşıyoruz" mırıltılarını halen duyuyor gibiyim. Ülkücü için kabahat kadın için de erkek için de edep adap meselesiydi.
Laboratuvarda çalışırken sol görüşlü, dul-bekar, boşanmış bayanla, üniversite öğrencisi kız sohbetlerinde öğrenci kızın okul arkadaşından bahsediyorlardı. Konu arkadaşlık sınırının ötesine doğru uzandı. Genç bir kızın erkek arkadaşı olması üzerinde karar kıldılar ve bana dönüp, sen ne düşünürsün? Sorusunu yönelttiler. Maksatları ülkücünün kız arkadaşıyla terazisini ölçmekti. Ahlaki mesafe önemliydi.
Eğer kız ve erkek arkadaşı ileride birlikte evlilikleri söz konusu olmayacak ölçülerde ileler de evleneceği arkadaşıyla rastlaştıklarında, “Bu benim okul arkadaşımdı” diye rahatlıkla tanıştırabileceklerse elbette sorun yoktur ama karşılaşma arzusu falan kalmamışsa sıkıntı var demektir, dediğimde “Sen de haklısın!” deyip kalmışlardı.
Milli şair, Abdürrahim Karakoç "Reçete" şiiriyle çok güzel anlatır: "Türk oğluna anne ol iftihar et onunla, elin soysuz züppesi bağdaşamaz seninle. Bu yurdun kişi isen, şu sözü iyi dinle. Dışının görünüşün içinin aynasıdır. Yapacağın düşüklük bize yüz karasıdır."
“Her güzel iyi; her çirkin kötü” değildir. Babam okuma-yazmaya düşkündü. Askerde öğrenmiş. Kız-erkek evlatlarını okuttu. Atatürkçüydü. CHP’liydi. Uzun süre bize katılıp MHP’ye oy verdi. 31 Mart 2024’de, 96 yaşında, “U” dönüşüyle CHP’yi destekledi. Ve...