Üç günlük gündemimiz ve sonrası

Memleketimizde bir olay, bir felaket olmadıkça gündemimiz kıpırdamıyor sanki. Öngörülebilir nice tehlike göz göre göre yaklaşırken, "Aman canım, çokbilmişlik etmeyin" deyip kulaklarımızı tıkıyoruz. Oysa o "Çokbilmişler"in uyarıları, belki de nice canı ve malı kurtaracak ikazlar içeriyor.

Bir otel mi yandı?

Yüzlerce can mı yitirdik?

İşte o zaman ekranlar yangın uzmanlarıyla, ellerinde vileda sapıyla mikrofon uzatan gazetecilerle dolup taşıyor. Suçlu arayışları, önlem üzerine atılan nutuklar...

Ta ki bir sonraki sel felaketi gelene kadar.

Sel suları çekilir çekilmez, bu kez de deprem vuruyor, olmadı siyasetin kızgın arenasında birbirimize giriyoruz. Ama merak etmeyin, gündemimiz asla boş kalmıyor... Bizde uzmanı çok, çözümü azdır olayların. Bir maden mi çöktü? Hemen tedbirleri tartışmaya başlarız. Yoldaki bir çukurun etrafına ancak biri düştükten sonra şerit çekeriz. Çıplak elektrik kablosuna biri çarpılınca alelacele bir bant yapıştırırız. Ön almak, olayları olmadan engellemek bize angarya gelir.

Aklımız hep olanla meşgul, olası olanı görmezden geliriz.

Dere yatağına yapılan binaları sel basınca imar yasağı koyarız.

Tüp kaçağını çakmakla, elektrik kaçağını hızlı bir refleksle dokunarak test ederiz.

Gündem her şeydir bizde ve hiçbir günümüz gündemsiz geçmez.

"Çayda dem bizde gündem" derler ya, işte tam da öyleyiz.

Üç gün bir olay konuşulur, binlerce çözüm önerisi havada uçar. Sonra mı?

Sonra o üç gün biter, rahmetlinin kırk yemeği misali "Veleddalin amin" der, yeni bir gündeme yelken açarız. Unuturuz, ders almayız, ta ki bir sonraki "Üç günlük" olay kapımızı çalana kadar.

Ne acı bir döngü değil mi?

Esen kalın...