"BİR
ülke ne zaman parçalanır?... Şiddet içeren karışıklıklar parçalanmanın ön adımlarıdır. Türkiye’nin bölünme sürecinin psikolojik aşaması tamamlandı. Türkiye parçalara ayrılmış durumdadır. Sınırları yakında değişecektir. Sorun, bölünme iki ayrı devlet şeklinde mi olacak, yoksa Türkiye’ye dahil bir federasyon mu, o henüz belli değil." Bu sözlerin sahibi Michael Rubin, bir neo-con tetikçisidir. Amerikan Girişim Enstitüsü (American Enterprise Institute) adlı kuruluşta çalışıyor. Ayrıca Amerikan Donanması Askeri Akademisi’nde (Naval Postgraduate School) öğretmenlik ve Amerika’da yayınlanan Middle East Quarterly (Ortadoğu bülteni) dergisinin editörlüğünü yapıyor.
Michael Rubin, 9 Aralık 2016’da yayınladığı yazısında; ‘Bir ülke ne zaman parçalanır?’ diye soruyor ve sorusuna kendi yanıt verip sözü Türkiye’ye getiriyor. ‘İç savaş ve şiddet içeren karışıklıklar parçalanmanın ön adımlarıdır’ diyerek şunları söylüyor: “Türkiye’nin bölünme sürecinin psikolojik aşaması tamamlandı. Türkiye parçalara ayrılmış durumdadır. Sınırları yakında değişecektir. Sorun, bölünme iki ayrı devlet şeklinde mi olacak yoksa Türkiye’ye dahil bir federasyon mu o henüz belli değil.”
Türkiye’nin bölünmesinin ayrıntılarını anlatırken; Çekoslovakya’nın ‘barışçıl bölünmesi’ ile şiddete dayanan Yugoslavya ve Hindistan bölünmelerini hatırlatıyor. Etiyopya’dan kopan Eritre’yi, Sudan’dan ayrılan Güney Sudan’ı, Bangladeş’in Pakistan’dan kopmasını örnek gösteriyor. “Örneklerin hepsinin ortak özelliği, politik ayrışmalar ile bölünme öncesinde ortaya çıkan psikolojik bölünme halidir” diyor. Bu halin, Türk-Kürt ayrılığı olarak Türkiye’de fazlasıyla mevcut olduğunu ileri sürüyor.
ESKİ BİR ÖYKÜ
ABD’nin Türkiye’ye bakışı ve kimi zaman askeri işgali içeren söylemlerle eski bir öyküdür. 1946’da Türkiye’ye girerken; aldığı ve aldırdığı kararlar, ikili ve çoklu anlaşmalar, ekonomik ilişkiler, Anadolu’dan bir daha çıkmama üzerine kuruludur. Bu amaca yönelik Amerikan siyaseti; bağımsızlığı köreltme, güçsüzleştirme ve gerekirse askeri güç kullanmaya dayandırılmıştır. Türkiye’den hiçbir koşulda vazgeçmeyeceklerini ve Türkiye’de iktidarı da muhalefeti de kendilerinin belirleyeceğini işin başında açıklamışlardı. Şimdi, küreselleşme ideolojisine uygun olarak ve Ortadoğu’yu kapsayacak biçimde parçalara ayırma peşindedir.
ABD Hükümeti adına Türkiye’ye gelen ve 1949’da adını taşıyan ünlü raporu hazırlayan Max Weston Thornburg, Washington’a “Türkiye elden gitmesine asla izin vermeyeceğimiz bir ülkedir” diyordu.
ABD’nin Türkiye’ye verdiği önemi gösteren bir başka örnek, Pentagon’da ‘Güç Dönüşüm Birimi ve Stratejik Gelecek’ uzmanı olarak çalışan, Deniz Harp Okulu profesörlerinden Thomas P. M. Barnet’in, 2005 yılında yaptığı şu değerlendirmedir: “Ben, Türkiye’yi küreselleşmenin Entegre Olmamış Boşluk (Batı dışındaki ülkeler y.n.) içinde yer alan, bu nedenle kitlesel şiddet ve çatışma riskine en açık ülkeler grubu içine alıyorum... Oysa, küreselleşmenin yayılmasında Türkiye’den daha önemli bir rol oynayacak çok az ülke vardır.”
SİLAHLI MÜDAHALE HAKKI
Adnan Menderes hükümeti, 5 Mart 1959’da, ABD’yle Türkiye’ye silahlı müdahale hakkı veren bir anlaşma imzaladı. Anlaşma “Türkiye, doğrudan ya da dolaylı olarak; tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet ya da sivil saldırıya uğraması durumunda” ABD’ye askeri müdahale hakkı tanıyordu. “Tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet, sivil saldırı” gibi kavramların ne anlama geldiğini ve hangi durumda oluşacağına Amerikalı yetkililer karar verecekti.
ABD, 1974 yılında “Haşhaş ekiminin yasaklanmaması durumunda İstanbul’un bombalanacağını” açıklamıştı. Başkan Nixon, ABD Ankara Büyükelçisi Handley’i Washington’a çağırmış, ona istenilen yasaklamanın yapılmaması durumunda “Sultanahmet Camii başta olmak üzere” İstanbul’un bombalanacağını ve 6. Filo’nun İstanbul’a geleceğini bizzat Başbakan’a (Bülent Ecevit) bildirmesi görevini vermişti.
Amerikalı yetkililer, Türkiye’yi o denli dirençsiz, işbirlikçilerini kendilerine o denli bağlı görmektedir ki, Büyük Ortadoğu Projesi’nin bölgeye, bağlı olarak Türkiye’ye yapacağı etkiyi açıklamaktan çekinmiyorlar. Amaçlarını, diplomatik söylemler içinde gizlemeden olduğu gibi söylüyorlar. ABD Başkanı George W. Bush’un danışmanı, ünlü stratejist James Blackwel bunlardan biridir.
Blackwel, Senato’da BOP ile ilgili yaptığı konuşmada, Ortadoğu ülkelerini Guliver (büyükler) ve Liluputlar (cüceler) benzetmesiyle ikiye ayırıyor ve şunları söylüyor: “Baylar, Büyük Ortadoğu Projesi’ni size hepimizin bildiği bir masaldan esinlenerek anlatacağım. Ortadoğu Guliver ve Liluput ülkelerden oluşmaktadır. Liluput ülkeleri; korku ve endişe içindeki Katar, Küveyt, Bahreyn, BAE ile arzu ve ümit sahibi Suudi Arabistan, Libya, Fas, Tunus, Cezayir olarak ikiye ayrılır. Ortadoğu’daki Guliver ülkeler ise; İsrail, Türkiye, Mısır, Suriye, İran ve Irak’tır. Birleşik Devletlerin menfaatı için bölgede tek bir Guliver bırakılmalı, o da İsrail olmalıdır. Mevcut diğer beş Guliver ülkesi etnik ve dini temelde bölünmeli ve ana gövdeleri ikinci gurup ülkeler, parçaları ilk gurup ülkeler haline getirilmelidir."
- DEVAM EDECEK -