B
ugün tatsız bir konudan söz edeceğim.
Edeceğim etmesine de; ne zaman bu tür konuları dillendirecek olsam, hafakanlar basar bana.
Alanya çok büyük, bir o kadar da küçük bir kent.
O nedenle bizim gibi amatör yazarların, bu tür küçük yerleşim merkezlerinde köşe yazıları yazması zor ve sıkıntılı bir iştir.
Sıkıntılıdır, çünkü yazdığınız yazının bir ucu, tanıştığınız, görüştüğünüz kişi ya da kişilere dokunur, onları rahatsız eder.
Zordur, çünkü pek çok olumsuzluğu, ad ve konum belirterek dillendirirken; kırk dereden su getirmek durumunda kalırsınız. Aman şu kişiyi zor durumda bırakmayayım, aman falanca kişiyi darıltmayayım diye…
Yazsanız bir türlü, yazmasanız bir türlüdür…
Tanık olduğunuz ya da görüp, yaşadığınız bir olumsuzluğu; ad ve konum vererek dillendirdiğinizde; dilendirdiğiniz olumsuzluğu yaratan ya da yaratanlarla olmadık bir yerde karşılaşır; sitemlerine muhatap olur, üzülürsünüz.
… …
Neyse…
Bazı dostları kırma pahasına da olsa, üzmeyi ve üzülmeyi göze alıp, konumuza dönelim biz
Alanya’da, hoş olmayan bir anlayış, bir mantık, bir düşünce var.
“Benim mülkiyet alanım düzenli olsun, güzel olsun, güzel görünsün de, mülkiyet alanımın bittiği alandan sonrası nasıl olursa olsun…”
Bu mantığın yarattığı öyle çirkinlikler var ki Alanya’da; tek tek dillendirsem, şaşar kalırsınız.
Bugün bu çirkinlerin sadece birinden söz edeceğim.
Bu çirkinliklerin başında; Alanya Belediyesi binasından başlayıp, Kara Yolları Şantiyesi’ne değin uzanan sahil bandını, Çin Seddi gibi kapatan, her biri bir âlem, tesisler geliyor.
Her biri bir âlem diyorum; çünkü bu bölgede (dahası bu kentte) bir standart yok. Her tesis kendi kafasına göre takılıyor.
Paşa gönülleri nasıl istiyorsa, öyle yapıyorlar…
Nasıl olsa ne karışan var, ne görüşen… .
Bu banttaki tesisler arasında hiçbir uyum yok.
Evet, uyum yok ama (Allah için) tek tek bakıp, tek tek değerlendirdiğinde her tesis, kendi içinde temiz, kendi bünyesinde pırıl pırıl.
Diyeceksiniz ki, “E o zaman sorun nerede?”
Sorun şurada.
Her iki tesis arasında,
(lütfedilip)
üç - beş metrelik bir geçit bırakılmış!
Bu kumsalla bağlantısı olmayan otel müşterileri ve Alanya yaşayanları bu geçit(ler)i kullanarak denize giriyor.
Ancak dere yatağı gibi çakır çukur olan bu geçitleri, deyim yerindeyse b.k götürüyor…
Bu geçitlerin sağında ve solunda olan tesisler, bu geçitleri çöplük olarak kullanıyor. Tesislerin trafolarının, tuvaletlerinin ve mutfaklarının çirkin yüzleri, tüm çirkinliğiyle bu geçitlere açılıyor. Tuvalet kokusuyla, yemek kokusu birbirine karışıyor. Bu tesislerin sebze kasaları, fırınlarında yaktıkları odunları, kömürleri, sulama hortumları v.b malzemeleri bu alanda.
İnsanlar bunların üzerinden atlaya, zıplaya, ayakları bu hortumlara dolanıp düşe kalka denize ulaşıyor.
Sözde bir dünya kenti olan Alanya’ya, böyle bir durum yakışıyor mu?
Bu geçitlerin sağındaki solundaki tesislerin bahçelerine bakıyorsunuz, tertemiz…
Neden bu geçitler bu durumda?
Ne olur sanki buradaki üç beş metre karelik alandaki bitki örtüsünün de bakımını üstlenip yapsanız, bu alandaki taşı toprağı temizleseniz kolunuz mu yorulur?
İnsanları iç açıcı bir ortamdan geçirerek denize indirseniz, bir yanınız mı eksilir?
Mülkiyetiniz ya da sorumluluğunuz altındaki alanların çevresini bok götürürken; mülkiyetiniz ya da sorumluluğunuz altındaki bölgeyi cennet yapsanız ne yazar, yapmasanız ne yazar!
Ben bu geçitlerden geçerken, ne görüyor, ne hissediyorsam; sizler ve de hepiniz o’sunuz.