MOTOSİKLETLİ
magandalar üzerine peş peşe yazılar yazdığım günlerden biriydi.
Değer verdiğim kadim dostlardan biri arayıp, bürosuna davet etti.
Gittim ve yılların alışkanlığı çat kapı içeri girdim.
Baktım, Kadim Dost, tanımadığım birileriyle sohbet ediyor.
Sohbetin özel olabileceği düşüncesiyle, sessiz sedasız tam geriye dönerken, kadim dost ardımdan seslendi; “Müdürüm gel, seni bekliyoruz…”
Dönüp, iliştim bir koltuğa…
Hal hatır sorma faslından sonra,“Tanıştırayım” dedi Kadim Dost; önce beni tanıttı, ardından konuklarını tanıştırmaya başladı.
“Arif Bey…” dedi ilkin, sonra da diğer konuğuyla tanıştırdı.
Tanışma/tanıştırma faslı bitince, bunaltıcı bir sessizlik başladı büroda.
Anladım ki bir sıkıntı var ve ben o nedenle oraya çağrıldım.
O sessizliği Arif Bey diye tanıştırılan kişi bozdu.
“Müdürüm, ne alıp veremediğiniz var sizin, bizimle? Ne istiyorsunuz bizden?...” dedi yekten.
Hiç beklemediğim ‘sitem/tepki/soru’ karışımı bu hitap karşısında; “Sizden?” dedim, “siz kimsiniz?”
“Tek Teker… Tek Teker Arif…” diye yanıtladı sorumu, sorumun muhatabı.
O an anladım davet nedenini.
Hem densizce sorulan soruya hem de emrivakiiyle yapılan bu davete canım sıkıldı.
Sinirlendim.
O sinirle de yekten sorulan bu soruya, bir süre, nasıl yanıt vereceğimi bilemedim.
“Saygı”
dedim, “İnsanlara karşı, topluma karşı biraz saygı bekliyorum siz(ler)den! Gençlere, çocuklara kötü örnek oldunuz ve oluyorsunuz. Gençler size özeniyor, sizi öykünüyor… Rahatsızlığım ve tepkim bundan…”
Yine bunaltıcı bir sessizlik ortamına büründü büro.
Sözlerimi açma gereğini duydum.
“Sizin ya da yakınlarınızın; hiç hasta anası, hasta babası; hamile eşi, hamile bacısı, beşikte uyuyan bebesi yok mu? Alanya’nın cadde ve sokaklarını, günün 24 saati, inim inim inletiyorsunuz…, Sizin egzoz patlata patlata yaptığınız seyrüseferleriniz yüzünden insanlar oturdukları yerden, yattıkları yataktan fırlıyor. Bu nasıl bir densizlik, nasıl bir sorumsuzluktur!”
dedim.
Işıklar içinde uyusun, başını önüne eğdi Rahmetli.
Tekrar başlayan bunaltıcı sessizliği, bu kez Rahmetli bozdu.
“Siz hiç motor kullandınız mı?” diye başladı söze.
Sorusunun yanıtını beklemeden de devam etti.
“Bu motosiklet denen şey öyle bir şeydir ki Müdürüm; motosikletin üzerine bindiğiniz an, her şeyi unutursunuz. Çevreyle ilişkiniz kesilir, motorunuzla baş başa kalır, onunla bütünleşirsiniz… O motor, sizin bir uzvunuz, bir parçanız olur adeta… (…) Onulmaz bir tutkudur motosiklet, kara sevdadır, aşktır…”
(…)
Anlattıkça anlattı, anlattıkça açıldı.
Anlattıklarıyla, beni de etkilemiş olabileceği sanısıyla sordu.
“Şimdi,beni/bizi anlayabildiniz mi ya da anlayabiliyor musunuz?”
“Hayır” dedim, “Hayır! Binlerce, milyonlarca kez hayır! Tutku dediğiniz bu şeyi anlamıyorum, anlamam da mümkün değil…”
Gülüştük…
… …
O görüşmeden sonra birkaç kez daha karşılaşıp, ayaküstü sohbet ettik.
Özünde güzel insandı Rahmetli, saygılıydı, hoş sohbetti…
“Tepkilerinde haklısın” diyordu her karşılaşmamızda; “Haklısın da… Da işte… Da…” diye bağlıyordu sözünü…
Ne diyelim; Allah gani gani rahmet eylesin.
Razgatlıoğlu’nun ölümüne; ‘Tek Teker Arif’ öldüğü için değil, ‘Arif Razgatlıoğlu’ öldüğü için üzüldüm.
Işıklar içinde uyusun…
Allah sevenlerine sabır versin.
* * *
Rahmetlinin ölümü, motosiklet kullanan herkese ders olmalı.
Ama olmuyor.
O gün bugün, daha dikkatli bir gözle izliyorum, motosiklet sürücülerini.
Acaba rahmetlinin ölümünden ders çıkaranlar olmuş mu diye ama henüz öyle bir sürücüyle karşılaşmadım.
Alanya’nın en işlek ve en göz önündeki caddesi olan Ahmet Tokuş Bulvarı üzerinde, özellikle sabah saatlerinde, altlarındaki gürültü makinelerini(!) tek tekere düşürenler ve akıl almaz sürat yapanlar var hâlâ…
Hâlâ arabaların sağına ve soluna yapış yapış seyrüsefer ediyor, trafik kurallarını iplemiyorlar hâlâ… Tek yönlü yollara fütursuzca giriyor, yaya kaldırımları üzerinde cirit atıyor, kırmızı ışık ihlalleri yapıyorlar.
Alanya’nın etkili ve yetkili organları, artık şapkalarını önlerine koyup, YILLARDIR GÖRMEZDEN GELİP, İHMAL ETTİKLERİ bu konuyu tartışıp, görüşmeli ve önlemlerini almalılar...
Yetsin gayri bu ölümler ve de bu kazalar…