SENARYOSUNU
emperyalistlerin yazdığı, devletimizin tüm kurumlarına sinsice sızmış vahşi ucubelerin sahneye koyduğu, Türkiye Cumhuriyetinin varlığına yönelik 15 Temmuz kanlı girişimi, başta yine Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefelerine bağlı TSK olmak üzere tüm halkımızın direnişiyle bertaraf edilmiştir. Başta TBMM nin varlığına yönelik olmak üzere, Cumhurbaşkanına suikast girişimi, olayın vahametini açıkça ortaya koymaktadır. Olay her boyutu ile üzüntü verici olmakla birlikte, bundan çıkartılacak çok önemli derslerde vardır. Bu nedenle, başta siyaset kurumu olmak üzere devleti yöneten her kademedeki sorumluların, demokrasiyi sözde değil özde korumaları ve geliştirmeleri kaçınılmazdır.
Geçmiş tarihimize baktığımızda; taht kavgaları, kardeşi - kardeşe, anneyi - oğluna düşman etmiş, kanlı iç savaşlara neden olmuşlardır. Günümüzde ise; emperyalistlerin, tek adam yönetimindeki ülkelere demokrasi vaadi ile müdahale ederek, kuzey Afrika’da ve Ortadoğuda ki gibi sahneye koyup körükledikleri mezhep çatışmaları, devletlerin parçalanmasına ve milyonlarca insanın katledilmesine, büyük bir kısmının da ülkelerini terk etmelerine neden olmuşlardır. Kana bulanan bu ülkelerin hepsinde tek adam yönetimi vardır. Demokrasisi oturmuş parlamenter sistemle yönetilen hiçbir ülkede, ne darbe olmuştur ve ne de dışlanan, tecrit edilen, tehdit edilen veya pay mamasına oturtulmuş hiçbir ülke yoktur. Burada kazanan, emperyalistlerin en büyük gelir kaynağını teşkil eden silah ve ilaç sektörlerinin yanı sıra, o ülkelerin doğal zenginliklerine de, leş kargaları misali el koymuşlardır.
İşte bu nedenlerle tek çıkış yolu; Cumhuriyetin temel prensiplerine bağlı, demokratik, laik, sosyal hukuk devletini güçlendirerek, demokrasiyi taçlandırmaktır.
Ülkemiz, bu güne kadar darbelerden çok çekmiştir. Diyeceksiniz ki; darbelerin hepsi çok partili sistemde vuku bulmuştur. Evet doğrudur. Ancak; siyaset kurumu üzerine düşeni layıkı ile yapmamıştır. 12 Eylül Anayasasının neredeyse tüm maddeleri değiştirilmiştir. Ancak; özellikle seçim yasası ile siyasi partiler yasası, büyük partilere avantaj sağladığı için demokratikleştirilmesine kasıtlı olarak yanaşılmamıştır. Hatırlanacağı üzere; 2002 seçimlerinde, seçmenin %45 oranında büyük çoğunluğu mecliste temsil edilmemiş, bu oran, diğer partilere pay edilerek çok büyük bir haksızlık yapılmıştır. Yüzde 33 oy alan bir parti, mecliste yüzde 65 sandalyeye sahip olmuştur. Daha sonraki seçimlerde de anti demokratik olan bu avantaj korunmuştur.
Siyasi partiler yasasına gelince; parti genel başkanlarına milletvekili aday belirleme yetkisi tanınması ile de, hiçbir genel başkan bu avantajı geri çevirmemiş ve dolaysıyla genel başkan sultacılığı demokrasiyi temelinden zedelemiştir. Oysa ki; demokrasilerde, halkın kendi vekilini belirleyip seçme hakkı vardır. Bu hak, bu uygulama ile halkın elinden alınmıştır. Ayrıca, milletvekillerine ve dolayısıyla ailelerine ömür boyu çok büyük avantajlar sağlanmasıyla da, vekillik rant kapısı haline getirilmiştir. Liyakat rafa kaldırılmış; varlıklı kişilerin, “önemli kişi” olma yarışının yapıldığı bir ucubeye çevrilmiştir. Sonuç olarak; milletvekilleri, bir daha seçilemem endişesi ile genel başkanların yörüngesinde kalmak zorunda bırakılmış ve adına da “parti disiplini” denmiştir.
İşte parlamenter sistem; bu ve benzeri anti demokratik uygulamalarla halkın gözünden de, gönlünden de düşürülmüştür.
Geçmişte kurulan koalisyon hükümetlerine gelince; hükümet ortakları, uzlaşma yerine paylaşma ve dikleşme seçeneğini benimsedikleri ve “devlet adamlığını” rafa kaldırdıkları için başarısızlığa uğratılmış ve dolayısı ile tek adamın yönettiği güçlü iktidar anlayışı halkımıza tek seçenek olarak sunulmuştur.
Oysa ki; bizim gibi tek bayrak altında toplanmış, çeşitli din, dil, ırk, mezhep, örf, adet ve geleneklere sahip mozaik bir ülkede, temsilde yapılan adaletsizlik, toplumsal barışı olumsuz etkiler. Bunu fırsat bilen emperyalistler, iç dinamiklerin harekete geçmesini kolaylaştırır. Bu durumda ülkede; insan haklarına saygılı, huzur ve güveni sağlamak elbette ki mümkün olamayacaktır. Tüm bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak için, öncelikle siyasi partiler yasası ile seçim yasalarının demokratikleştirilmesi ile işe başlanmalıdır.
Demek oluyor ki; ülkemizde barışı, güveni, huzuru ve adaleti sağlamanın tek yolu; gerçek demokrasinin tesis edilmesi ile mümkün olacaktır.
Türk toplumu olarak; vatanını ve bayrağını kutsalı sayan, bağımsızlığına ve özgürlüğüne düşkün, inancı gereği insan haklarına saygılı, vicdan muhasebesini iyi yapan, gerektiğinde savaşı ve barışı yaşam biçimi olarak kabul eden, her türlü dil, din, kültür ve mezhep ayrımı gözetmeksizin kız alış verişi yaparak aile kuran, demokrasiye ve çok partili sisteme alışmış bu halkın ayrışmasına, kutuplaşmasına ve düşmanca tavır takınmasına neden olabilecek her türlü eylem ve söylemlerden herkes uzak durulmalıdır. Aksi halde Türk toplumu ateş topu haline getirilirse, ülkemize ve insanlarımıza çok yazık olacağı gibi, vatan toprağı emperyalistlerin pay masasına da yatırılmış olacaktır. Demokrasiden uzaklaşmış ülkeleri bekleyen iki türlü darbe vardır. Birincisi “dış destekli iç darbe”, ikincisi “iç destekli dış darbe”dir. Bunların ikisini de çok iyi tanıyan halkımız, her ikisine de “hayır” diyerek doğru kararı verecektir.
Saygılarımla.