TÜRKİYE, ekonomik sorunların derinleşmesiyle birlikte suç ve şiddet sarmalının giderek içine çekiliyor.
Kadın cinayetlerinden çocuk istismarına, hayvanlara yönelik zulümden trafikteki öfke patlamalarına kadar şiddetin her türlüsü hayatımızın bir parçası haline geldi. En son meclis toplantısında Alanya Belediye Başkanı Osman Tarık Özçelik'in tehdit edildiğini açıklaması, tehdit dilinin ne kadar pervasızlaştığını gözler önüne seriyor. Bir şehrin seçilmiş başkanı, bir siyasi partinin genel başkanı veya bir milletvekili dahi kolaylıkla tehdit edilebiliyorsa ve bu tehditler çoğu zaman cezasız kalıyorsa, sıradan vatandaşın can güvenliği endişesi haklı bir kaygıya dönüşüyor. Vatandaş, can güvenliği tehlikeye girdiğinde sığınacağı limanın devletin şefkatli kolları olduğunu düşünmek ister.
Ancak adalet sistemindeki aksaklıklar ve zaman zaman çıkarılan aflar, suç işlemeye meyilli kişilere büyük bir cesaret veriyor. İki evladını hunharca katleden bir caninin, evlat başına sadece yedi yıl gibi komik bir süre yatıp çıkması, vicdanları derinden yaralıyor ve "Bu nasıl bir adalet?" sorusunu haklı olarak sorduruyor. Tehditlerin eyleme dönüşmeden dikkate alınmaması ise maalesef acı sonuçları beraberinde getiriyor. Devletin, bireylere karşı işlenen suçları affetme gibi bir hak ve yetkisi olmamalıdır. Adam öldürüp birkaç yıl sonra serbest kalan birini ıslah ettiğini düşünenlerin, yaşamını yitirenlerin ve geride kalanların derin acısını da anlaması gerekmektedir. Cezasızlık ve "Paşa paşa yatar çıkarım" düşüncesi, suç işlemeyi düşünenlere adeta bir davetiye çıkarıyor.
Ne yazık ki, öfkeli, hırçın, tahammülsüz ve kavgacı bir toplum haline geldik. En ufak bir anlaşmazlıkta dahi tehdit ve şiddet dili kullanılır oldu. Bu vahim tablonun önlenmesi ve altında yatan psikolojik nedenlerin titizlikle incelenip ortadan kaldırılması elzemdir. Ekonomik zorlukların yarattığı stres, sosyal adaletsizlik algısı, eğitim eksikliği ve toplumsal kutuplaşma gibi faktörler bu şiddet sarmalını besleyen başlıca unsurlar arasında sayılabilir. Devletin öncelikli görevi, vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamaktır. Bu bağlamda, adalet sisteminin etkinliği artırılmalı, suçluların hak ettikleri cezaları almaları sağlanmalı ve cezasızlık algısının önüne geçilmelidir. Caydırıcı cezalar ve hızlı işleyen bir yargı süreci, suç işlemeyi düşünenler için önemli bir engel teşkil edecektir. Aynı zamanda, toplumun her kesiminde şiddete karşı sıfır tolerans bilinci oluşturulmalı, eğitim yoluyla empati, hoşgörü ve saygı gibi değerler güçlendirilmelidir. Medyanın şiddeti özendirici yayınlardan kaçınması ve yapıcı bir dil kullanması da bu süreçte kritik bir rol oynayacaktır. Unutulmamalıdır ki, tehdit dilinin ve şiddetin normalleşmesi, bir toplumun çöküşünün en önemli işaretlerinden biridir. Huzurlu ve güvenli bir geleceğe ulaşmak için, bu tehlikeli gidişata dur demeli, topyekun bir mücadele başlatmalı ve adalet, empati ve hoşgörü temelinde yeniden bir toplumsal inşa sürecine girmeliyiz.
Esen kalın...