DEĞERLİ
okurlar.
Dünkü yazımıza devam ederken, önce Adem’den başlayalım.
Adem milli boksör, aynı zamanda eğitimci.
Adem'in oyun kazanınca, sporculuğundan kaynaklanan gölge boksuyla havayı yumruklayarak güç gösterisi yaparken, sağ elini de göğsüne vurup aslan gibi kükremeleri bana hep itici geldi!
Bizim eğitimci yiğidimiz, yarışmayı kaybettiğinde ise, nasip, kısmet, şans saçmalıklarıyla, “Ben bu oyunu nasıl kaybettim?” “Top potaya bir türlü girmek istemedi”, “Bu kadar balık olmaz” diyerek yenilgisine kılıf uydurma uyanıklığına, daha doğrusu ilkel şark kurnazlığına kaçması, beni gıcık ediyordu.
Şu muska ve dua konusuna gelince.
Kendi becerisine ve de gücüne güvenen bir insan, kimseden ayrıcalık ya da torpil beklemez.
Torpili ve ayrıcalığı kim ister?
Becerisi olmayan, kendine güveni kalmamış beyinler, bu tür ayrıcalık arayışı içine girerler.
Bir müsabakayı ya da bir yarışmayı, kadere kısmete bağlayıp, yatırlara yüz sürerek, muska takıp, dua ederek kimden torpil istenir?
Yaradan’dan.
Peki.
Yaradan bir yarışmada neden kulları arasında ayrım yapsın?
Şahsen ben, bütün sportif etkinliklerde dua eden, muska takan ya da bu tür dinsel ritüellere başvuranların genellikle hep yarışmayı kaybettiklerine şahit oluyorum.
Zaten kendisine ve de gücüne güvenen, oyuna odaklanıp, yarışmayı kazanıp genellikle istediğini elde eder.
Örneğin Nagihan finalde dua ede ede neredeyse hatim indirdi.
Sonuç hüsran.
Şampiyon ise.
Kırsal kesimin muhafazakar ailesinden gelme muskalı ve de eğitimci Adem oldu.
Pırlanta gibi Hilmi Cem, Murat Ceylan, Anıl, Hakan gibi kent çocukları ise bir bir, sapır sapır döküldüler.
Bizim millet olarak, garibanı, köylüyü ve de muhafazakar beyinleri bağrımıza basmakta üzerimize yok.
Baksanıza, dört milyon Suriyeli'yi bağrımıza bastık, bizim çocuklarımızı mı bağrımıza basmayacağız!
Ne ise.
Gelelim Murat Ceylan’a.
Murat Ceylan’ı hiç sormayın.
Maşallah.
Cin oğlu cin!
Deve dişi gibi çok başarılı yarışmacılar peş peşe elenirken,
değişik strateji ve taktiklerle, özellikle de, önce Hilmi Cem ve Damla dayanışması, sonradan da, bu dayanışmaya Anıl’ı da alarak, doğru dürüst bir başarısı olmadığı halde yarışmada uzun süre kalma becerisini gösterdi.
Hep sessiz ve derinden giderek, herkese mavi boncuk dağıtıp, şirinlik yapıp, ahkam keserken, arkadaşlarına teorik dersler verip, pratikte sürekli çuvallarken, Kıbrıs’a tam kapağı atmak üzereyken, çekirge misali en sonunda elendi.
Anıl, her anlamda benim takdirimi kazananlardan.
Nagihan süper bir fenomen.
Turabi bambaşka bir karakter.
Yarı finaldeki konuşmaları inanılır gibi değildi.
Hele hele kendisine bunca imkanları yaratan Acun’a dönük tepkileri düşündürücüydü!
Hakan konusunda bir sürü gelgitlerim var.
Bu yarışmada ilerlemiş yaşına göre performansı oldukça iyiydi.
Amma ve lakin, yarışma boyunca sürekli tavır değiştirdi.
Yani.
Hiçbir konuda.
Belli bir istikrarı yakalayamadı.
Hilmi Cem’i takdir ediyorum.
Merve bir anlamda ünlülerin amigosu gibiydi.
Ses tonu, rakiplerine dönük çıkışları beni deli divane ediyordu.
Çok şükür elendi de, yarışmanın son bölümlerini huzur içinde izleyebildim!
Aslında Sema sportif anlamda, yarışmanın en başarılılarından, hatta en başarılısıydı bile diyebiliriz.
Ama ne yazık ki, belli söylemleri ve de çıkışlarıyla izleyenlerin tepkisini çekmiş olmalı ki, hiç tahmin edilmediği bir sırada, sürpriz bir biçimde elendi.
Damla da sakatlanana kadar çok iyiydi.
Son düzlükte yavaşlayanlardandı.
Kişiliği ile taktir edilmesi gereken isimlerden biriydi.
Ümit Karan ise, her anlamda bam başka bir renkti.
Tabii ki yarışmada, geleceğimizi emanet edebileceğimiz, belli bir kültür düzeyini yakalamış, kişiliği oturmuş, topluma ve günümüz gençliğine örnek olabilecek, çağdaş beyine sahip gençlerimizin bulunması geleceğimiz açısından beni umutlandırdı..
Bunlarla ne kadar övünsek azdır.