Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde iktidara malik olanların Batı ile yeniden yakınlaşma için gayret sarf ettikleri, NATO'ya İsveç'in kabulü ile başlayan Türkiye-ABD ilişkilerinin yumuşamaya başladığı bir dönemde Türkiye'nin güney sınırlarının ötesinde yer alan Suriye ve Irak coğrafyasında çatışmalar ve protestolar başladı.
2003'te Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olmasının uluslararası barışı tehdit ettiğini savunarak bölgeye gelen ABD'nin biçimlendirmeye çalıştığı Irak ve Suriye'de işler değişiyor mu?
Türk basınında yer aldığı gibi bölgede YPG/PKK'ye karşı bir cephe mi oluşturuluyor?
Bölgedeki kriz 27 Ağustos 2023 tarihinde Deyrizor Askeri Meclisi Komutanı Ahmed el Halil’in (Ebu Havle) SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi ile görüşmeye davet edildikten sonra Haseke yolunda gözaltına alınması ile başladı.
Ebu Havle, hakkında halktan çok sayıda şikâyet geldiği için SDG Askeri Meclisi’nin onayıyla görevden alınmıştı. Ebu Havle'nin gözaltına alınması ve birçok kişinin görevine son verilmesi nedeniyle Ebu Havle ile bağlantılı milisler Busayra’da SDG ana karargâhına saldırıda bulundular.
Suriye'nin doğusunda ABD'nin desteklediği ve Türkiye’nin terör örgütü olarak gördüğü YPG'nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Arap aşiretleri arasında 27 Ağustos'ta başlayan çatışmalar çeşitli şekillerde yorumlanmaya başlandı. Bölgedeki mücadeleyi “Arap-Kürt çatışması” olarak değerlendirme eğilimi oldukça yaygın. “Arap aşiretleri PKK'ya bayrak açtı, özellikle Arap Aşiretler Kürt hegemonyasına karşı tepkili, bölgede yaşayan aşiretler PKK’nın dayatmalarına karşı isyan ediyor, Arap aşiretleri ve onlarla birlikte hareket edenler bölgede etkili olmak istiyor, “Bölge halkı uyandı, siyasi, askeri ve ekonomik gücü elinde bulunduran güce karşı halk hakkını istiyor” şeklinde iddialar dillendiriliyor.
Bölgeyi iyi bilen otoritelere göre Ebu Havle’nin tutuklanması olayların ortaya çıkması için bir nedendi. Aşiretler bölgedeki krizi kendilerine alan açmak için kullanıyorlar. Olayları bölgedeki aşiretlerin PKK'ya karşı gelme operasyonu olarak ele almak doğru olmaz.
Bölgede gücü ve parayı paylaşmakla ilgili bir sorun olduğu aşikar. SDG yani YPG/PKK hakimiyetinde yer alan bölgede su, doğalgaz ve petrol kaynaklarını kontrol ediyor. Bölge ticaret, uyuşturucu ticareti, açısından çok önemli. Ne yer üstü zenginliklerden ne de ticaretten nemalanamayan Aşiretler mevcut durumdan oldukça rahatsızlar. Bölgede yaşananlara ticari faaliyetlerden pay alma mücadelesi olarak yaklaşmak gerekir.
Aşiretler, ABD'nin desteği ve yatırımları ile bölgede var edilen YPG/PKK'ya karşı başarılı olabilirler mi?
Ağır silahlara sahip ve yüz bin (130.000) üzerinde silahlı bir ordu gücü olan YPG /PKK'ya Arap aşiretlerinin direnmesi mümkün mü?
SDG içinde Arapların sayısal olarak büyük bir çoğunluk oluşturduğu (yüzde 30-40) dikkate alınsa da ABD'nin askeri ve ekonomik destek verdiği konvansiyonel silah ile donatılan PKK ile baş etmek mümkün olamayacaktır. Sünni Arap aşiretlerinin PKK'ya karşı direnmesini "Arap toplumu uyandı, Arap toplumu toprağını PKK'ya karşı savunuyor" şeklinde yorumlamak için çok erken.
Bölgede İran, Rusya, ABD ve Türkiye'nin içinde yer aldığı güç mücadeleleri söz konusu. Hem Suriye hem de Irak'taki gelişmeleri Türkiye çok yakından takip ediyor. Irak Kerkük ve Suriye'de yaşananları sadece Kürt-Arap açısından okumak ne kadar doğru! Türklerin yoğun olduğu coğrafyada Türkleri görmezden gelmek.
Masa başı haritaları hazırlanıyor. Yeni Sykes-Picot'a hazır mıyız?
Bu arada Deyrizor Misak-ı Milli sınırları içinde miydi?